396
TEMMUZ-AĞUSTOS 2017
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Zeytin Ağacı, Mimarlık ve Hikâyelerimiz

Bülent Şık, Gıda Mühendisi

“Tasarı ile kamu yararı adına zeytinlik alanlarda, kıyılarda ve meralarda termik santral kurmak, altın ve gümüş madenciliği yapmak; çimento fabrikası, mermer ve taş ocağı açmak gibi faaliyetler yasallaştırılmak istendi.” “Zeytinliklerimizin, kıyılarımızın ve meralarımızın yatırımlara açılmaya değil korunmaya, onarılmaya ihtiyacı var. Onları korumak doğal hayatı, kendine yeterliliği, gıda üretiminin istikrarını korumak anlamına gelir. Bunların yanı sıra hikâyeleri de korumak anlamına gelecek ki, belki en önemlisi de bu.” “Asırlık ömre sahip zeytin ağaçlarının yokluğu, hayatın devamlılığına olan inancın, insan varlığının diğer canlıların hayatına ne kadar bağlı olduğunu örnekleyen kadim bir ilişkinin, hikâyelerimizin yitip gitmesine yol açacak en çok.”

E. M. Cioran “İnsan, zamanında durmasını engelleyen bir içgüdü yüzünden yok olacak” der.(1) İçinde olduğumuz ekolojik yıkım sürecine dair ne çok şeyi özetleyen bir cümle.

Medeniyet büyük ölçüde doğal koşullardaki istikrara dayanıyor. Son on bin yılı kapsayan dönem boyunca ılıman ve istikrarlı bir yapıya sahip olan iklim kentleşme, tarım, sanayi ve küresel ticaret gibi pek çok şeyi mümkün kıldı. İnsan türünün doğada serpilmesi ve bütün gezegene yayılacak kadar “başarılı” olması bu istikrarlı yapıya çok şey borçlu. Bu yapının ne kadar kırılgan olduğununsa farkında değiliz. İstikrar bir anda bozulmuyor, değişim yavaş yavaş gerçekleşiyor ve ne yazık ki insan yavaş gerçekleşen değişimleri algılama konusunda çok yeteneksiz bir canlı olarak varlığını sürdürüyor.

Yazının başında değindiğimiz, Cioran’ın biyolojik bir tür olarak insana işaret eden cümlesini biraz değiştirip “İnsan, siyasal iktidarlar ve şirketlerin faaliyetlerini zamanında sınırlayacak yasaları çıkaramadığı ya da mevcut yasaların değiştirilmesine engel olamadığı için yok olacak” desek, yıkımın gerçek faillerinin kim olduğuna da işaret edebileceğiz. Tam da şu sıralar zeytinlikler ve meralar konusunda yaşandığı gibi örneğin…

Zeytinliklerimiz, Meralarımız…

Hükümetin 7 Mayıs 2017’de TBMM’ye sunduğu “Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” zeytinliklerin, meraların ve kıyıların yasal statüsünü değiştiren hükümler barındırıyordu. AKP hükümetinin yıllardır talana açmak istediği alanlar OHAL koşulları fırsat bilinerek bir torba yasa tasarısı içinde Meclis’ten geçirilmeye çalışıldı.

Bilgeliğin, barışın, ölümsüzlüğün, bolluk ve bereketin simgesi zeytin ağaçları ile temiz suyun, toprağın ve gıda üretiminin teminatı meralar büyük tehlikede altında kaldı. Tasarı ile kamu yararı adına zeytinlik alanlarda, kıyılarda ve meralarda termik santral kurmak, altın ve gümüş madenciliği yapmak; çimento fabrikası, mermer ve taş ocağı açmak gibi faaliyetler yasallaştırılmak istendi.

Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine zeytinlikleri ilgilendiren yasa maddesi tasarıdan çıkarıldı. Ancak hükümet yetkilileri kısa bir süre sonra başka bir torba yasa ile zeytinliklerle ilgili düzenlemeyi tekrar gündeme getireceklerini açıkladılar.

Yitirilecek olan sadece zeytinlikler, kıyılar ve meralar olmayacak. Yasa değişiklikleri gerçekleşirse zaman içinde ciddi bir doğa tahribatı ve kimyasal kirlenme bizleri bekliyor olacak. Zeytinliklerimizin, kıyılarımızın ve meralarımızın yatırımlara açılmaya değil korunmaya, onarılmaya ihtiyacı var. Onları korumak doğal hayatı, kendine yeterliliği, gıda üretiminin istikrarını korumak anlamına gelir. Bunların yanı sıra hikâyeleri de korumak anlamına gelecek ki, belki en önemlisi de bu.

Geçmişimiz, Hikâyelerimiz, Geleceğimiz…

İnsan kendi dışında kalan her şeyi bir meta ya da tüketilecek bir kaynak olarak görse de, aslında yeryüzündeki varlığı diğer canlıların varlığına ve esenliğine derinden bağlı.

Biyolojik çeşitlilik canlılığın devamlılığını sağlayan en önemli unsurlardan biri. Bir ekosistem ne kadar çok canlı türünü barındırıyorsa biyoçeşitlilik açısından da o ölçüde zengin demektir. Gezegenimizdeki hayatın göz alıcı karmaşıklığı ve güzelliği de buradan gelir. Yeryüzünde mevcut canlı türü sayısının 10 milyon ila 80 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. Bu sayının yalnızca altıda biri veya ellide birinin tanımlanabilmiş olması aslında doğa dediğimiz şey hakkında ne kadar az şey bildiğimizi, bu gezegendeki hayatın ne kadar farklı, şaşırtıcı hikâyelerle dolu olduğunu gösteriyor.

İnsan hikâyeler anlatan bir canlıdır. Kendi kişisel karakterimizi bile bir hikâye gibi kurgularız. Geçen zamanla birlikte hikâyelerimiz de değişir, gelişir, başka hikâyelerle eklemlenir ve kaynaşır… İnsanın kendi hakkında anlattığı hikâyeler diğer insanlar hakkında ne söylediği, onların hayatlarını nasıl hikâyeleştirdiği ile de yakından ilgili. Ama hikâyelerimiz sadece kendimiz ve diğer insanlar hakkında mıdır? Ya bu gezegende milyonlarca yıldır birlikte yaşadığımız diğer canlılar?

Yasa değişikliği zeytinlik alanlara, kıyılara, meralara ve orada yaşayan sayısız canlı türüne zarar verecek. Ama belki de en büyük zararı, insanın hayat üzerine düşünme ve hikâyeler anlatabilme yetisini felç ederek verecek.

İnsanın, elindekilere sahip çıkma, koruyabilme, değerini bilebilme ve değersiz olanı görebilme becerisi önemsenmesi gereken bir beceri. Bunu mümkün kılan en asli şey ise başka türlü hayatlar hakkında da hikâyeler anlatabilmesi ve o hikâyeleri mümkün kılan ilişkileri oluşturabilmesidir. Hayatı güzel kılan şey biraz da budur. Zeytin ağacı sadece meyve ya da yağ veren bir nesne olmanın çok ötesindedir o hikâyelerde.

Asırlık ömre sahip zeytin ağaçlarının yokluğu, hayatın devamlılığına olan inancın, insan varlığının diğer canlıların hayatına ne kadar bağlı olduğunu örnekleyen kadim bir ilişkinin, hikâyelerimizin yitip gitmesine yol açacak en çok.

Hikâyelerimiz, bizi tarihin içinden çıkıp gelen kültürel mirasımıza, tarihî eserlere, yapılara bağlar; oradan daha büyük ölçekte kentlerimizle kurduğumuz ilişkiyi belirler ve işte böylece yaşadığımız çevreyi içselleştirmemizi sağlar. Kentlerimizi güzelleştiren dokunuş, bize fısıldadığı bu hikayelerde saklı değil midir? Yüzyıllardır var olan kentsel bellek ile doğanın vazgeçilmez parçası ağaç, bütün o hikâyelerinden arındırıldığında elimizde ne kalır? Bizden geriye ne kalır?

Ağaçlara, kuşlara, börtü böceğe sahip çıkmak; geçmişe, tarihimize, kültürümüze, hikâyelere sahip çıkmaktır. Bizi geleceğe taşıyacak ve yeni hikâyelerin anlatılmasını olanaklı kılacak tek şey de budur.

NOTLAR

1. Cioran, Emil Michel, 2007, Ezeli Mağlup / Söyleşiler, (çev.) Haldun Bayrı, Metis Yayınları, İstanbul.

Bu icerik 3181 defa görüntülenmiştir.
<p>Zeytin ağaçlarının termik  santral inşaatı için kesilmesine engel olmak isteyen Yırca köylülerinin  direnişinden. Arkada görülen ise halihazırdaki termik santral yapısı.<br />   Kaynak: Kuzey Ormanları  Savunması</p>