MİMARLIK GÜNDEM
Hayata Geçirilmiş Ütopyalar ve Kent Hakkı
Cihan Uzunçarşılı Baysal, Bağımsız Araştırmacı, Kent Hareketleri Sözcüsü, Konut Hakkı Savunucusu
“Önce Hevsel ardından Validebağ ve Yırca’da örneklerini gördüğümüz üzere yiyecek-içecek stantları, sinema gösterimleri, kültür / sanat etkinlikleri, çadırları, müzik sistemleri hatta sobaları ve benzeri ile birer yaşam alanına çevrilen direniş mekânlarında özel ile kamusal olanın sınırları bulanıklaşıyor; müşterek alan sahiplenilirken, mekân içinde deneyimlenen gündelik yaşam da müşterekleşiyor.”
“Ancak umutsuzluğa gerek yok. Gezi’nin ağaçlarından birinde asılı o unutulmaz pankartta, neoliberal hegemonyaya karşı bir meydan okuma hatta emir vardı: Dokunma! “Mahalleme, Meydanıma, Ağacıma, Suyuma, Tohumuma, Ormanıma, Köyüme, Kentime, Parkıma Dokunma!” Bugün, birinde zeytin, diğerinde bostan, öbüründe park, dere, berikinde mahalle, koru… neoliberal istilaya karşı aynı meydan okuma bu kez memleketin her bir köşesinden yankılanmakta.”
“Büyük umutlarımdan biri, İstanbul’dan Türkiye’nin tüm diğer kentlerine yayılan Gezi Park başkaldırısı gibi dünya üzerindeki başkaldırılardan birinde, bir gün insanlar, ‘Alternatif bir siyaseti elde edene ve alternatif bir yaşam inşa edilene kadar burayı terk etmeyeceğiz’ diyecekler”.(1)
David Harvey
Kapitalizm kritik bir eşikte, yarattığı çevresel ve toplumsal tahribat gezegenin ve insanoğlunun sonunu hazırlıyor. Öte yandan, bu vahim tablo karşısında yönetici sınıflar, kendi iktidarlarını tahkim etme dışında bir şey yapmamaktalar.(2) Doğayı, kenti, emeği ve gündelik yaşamın hemen her bir veçhesini metalaştıran, insanı da bir tüketici / tüketim robotuna indirgeyen (tüketemeyeni de insandan saymayan!), her alanda rekabetçiliği ve yarışmacılığı öne çıkartarak dayanışmacılığı ve kolektifliği yok eden neoliberal sisteme karşı “özgürleştirici bir siyasete, yepyeni bir siyasete ve dolayısıyla alternatif siyasi örgütlenmelere ihtiyacımız var”(3).
Bu gidişata en anlamlı karşı çıkışlardan biri olan Gezi (iktidarın şiddet araçları ile robokoplarını seferber ederek parkı tekrar ele geçirmesine rağmen) bugün yatağından taşan bir ırmak misali yurt sathında (ve yurtdışında) cismanileşmiştir. Hevsel’e kurulan çadırlardan, Edirne’de dozerin önünde oturan Kıymet Teyzeli direnişe, Oruç Baba Parkı’ndan Validebağ Korusu’na, Yırca’ya… Müşterekleri olan bir kentsel kamusal alanı, parkı, koruyu, zeytinliği, “3-5 ağacı!” korumak üzere biraraya gelen eylemciler, aynen Gezi’de olduğu üzere, çeşitli yaratıcı taktikler vasıtasıyla direnişin sanatını da yaratarak sözkonusu mekânı ortak bir eylem / yaşam alanına dönüştürürken, “kendi davasına sahip çıkan bir yurttaşlık bilinci”(4), Gezi’den aldığı güç ve özgüven ile kent hakkını yurdun dört bir yanında ilmek-ilmek dokuyor.
Bazı direniş mekânlarında eylem ve etkinlikler geçici iken, kimilerinde bir süreliğine de olsa kalıcı. Önce Hevsel ardından Validebağ ve Yırca’da örneklerini gördüğümüz üzere yiyecek-içecek stantları, sinema gösterimleri, kültür / sanat etkinlikleri, çadırları, müzik sistemleri hatta sobaları ve benzeri ile birer yaşam alanına çevrilen direniş mekânlarında özel ile kamusal olanın sınırları bulanıklaşıyor; müşterek alan sahiplenilirken, mekân içinde deneyimlenen gündelik yaşam da müşterekleşiyor. Müşterekleşen yaşam pratikleri ile dayanışmacı pratikler, mekânın içindeki insanları yoğuruyor. Mekân değiştikçe, aynen Robert Park(5)’ın o güzelim deyişindeki gibi içindeki insanı da değiştiriyor, sınıf bilinci şimdi yeniden üretim alanları ve direniş mekânlarında da filizleniyor.
İnsanların, geçici bir süreliğine de olsa kent hakkını kendi ellerine alarak yeniden ürettikleri bu mekânlarda, dışlayıcı değil içerici, çoğulcu, katılımcı demokrasiden yana, kentin kullanım değerini esas alan, rekabetin yerini dayanışmanın aldığı, doğa ve çevreye saygılı, sokak hayvanından börtü böceğine tüm canlıların yaşam hakkını önceleyen, talan, israf ve tüketim ekonomisine karşı, “anti-hiyerarşik”, “anti-otoriteryen” yeni bir kentin ve ekonomik sistemin temelleri atılıyor. Bu umut mekânları, “mikro-komünler”(6), “yaşama geçirilmiş ütopyalar”(7) ya da “doğmakta olan mekânsallıklar”(8) gibi her ne ad altında tanımlanırsa tanımlansınlar, “alternatif bir şehrin, alternatif bir politik sistemin ve sonuç olarak insanların iyiliğini gözetecek alternatif bir üretim, dağıtım ve tüketim örgütlenmesinin”(9) ceninleri olarak, uğruna savaş verilen insani ve insanca bir yaşamı temsil etmekteler.
Öte yandan, işgaller bir günden birkaç haftaya hatta aylara uzasalar da sürdürülebilir olamıyorlar; dünya üzerindeki örneklerde de durum farklı değil. İktidarın aşırı şiddet kullanımının yanı sıra mekânın uzun süre işgalinin pratikteki güçlükleri ve anti-hiyerarşik yatay bir örgütlenme modelinden düzgün bir yürütme yaratmanın zorluğu ile direnişlerin siyasileşememeleri de çözülme nedenleri arasında sayılıyor.(10) Öyle ise, müşterekler üzerinden inşa ettiğimiz ve bir süreliğine de olsa elimizde tutabildiğimiz bu alternatif umut mekânlarını koruyarak toplumsallaştırmayı nasıl başaracağız? Keşke yanıtını bilebilseydik!
Ancak umutsuzluğa gerek yok. Gezi’nin ağaçlarından birinde asılı o unutulmaz pankartta, neoliberal hegemonyaya karşı bir meydan okuma hatta emir vardı: Dokunma! “Mahalleme, Meydanıma, Ağacıma, Suyuma, Tohumuma, Ormanıma, Köyüme, Kentime, Parkıma Dokunma!” Bugün, birinde zeytin, diğerinde bostan, öbüründe park, dere, berikinde mahalle, koru… neoliberal istilaya karşı aynı meydan okuma bu kez memleketin her bir köşesinden yankılanmakta. Dün direnişin pankartında alt alta sıralanmış müştereklerin her biri bugün birer müşterek direniş alanı, dün bir pankarttayken bugün pratikte yan yanalar. Validebağ Yırca’ya dokunuyor, Mevlanakapı Validebağ’a, Oruç Baba Yedikule Bostan’a… Müştereklere sahip çıkma mücadeleleri birbirlerine değdikçe, birbirleriyle müşterekleştikçe büyüyor, güçleniyor.
Sermayenin talep ve ihtiyaçları doğrultusunda doğayı, kenti, yaşam alanlarımızı talana açan, gasp eden ve bizleri de yoksunlaştıran, yoksullaştıran, güvencesizleştiren tepeden inme plan ve politikalara her geçen gün yenileri eklenirken, direnişlere de yenileri ekleniyor ve “kamusal alanlara toplanan insanların müşterek gücünün, diğer erişim yolları tıkandığı zaman, hâlâ en verimli başkaldırı aracı olduğunu”(11) tekrar tekrar deneyimliyoruz. Neoliberal hegemonya, her yeni istilası ile paradoksal bir şekilde karşı cepheyi genişletiyor, tahkim ediyor ve kendi altını oyuyor. “Kent Hakkı” yeniden ve yeniden inşa ediliyor.
NOTLAR
1. URL1. “Ep. 7 A Conversation with David Harvey Part II | The World Today”
www.youtube.com/watch?v=NA9pdVC5PCM#t=1660 [Erişim: 07.12.2014]
2. URL1.
3. URL1.
4. İstanbul Kent Savunması’ndan Can Atalay’ın Validebağ’daki konuşmasından.
5. “Kent, insanın içinde yaşadığı dünyayı yeniden yapma, gönlünün çektiği biçime daha fazla getirme yönündeki en başarılı girişimidir. Fakat kent insanın yarattığı dünyaysa eğer, bundan dolayı içinde yaşamaya mahkûm edildiği dünyadır da. Dolayısıyla, insan kenti yaparken, dolaylı olarak ve yaptığı işin doğasını açıkça anlıyor olmaksızın, kendini yeniden yapmıştır.”
6. URL1.
7. Orjinali “Practical Utopias”. URL2. rebelmetropolis.org/rights-of-cities/ [Erişim: 07.12.2014]
8. Orjinali “Emergent Spatialities”. Stavrides, Stavros, 2010, “The December 2008 Youth Uprising in Athens: Spatial Justice in an Emergent ‘City of Thresholds’”, js/sj, sayı:2. URL3. www.jssj.org/wp-content/uploads/2012/12/JSSJ2-10en1.pdf [Erişim: 07.12.2014]
9. URL4. www.sendika.org/2011/11/sokaktaki-isyancilar-wall-street-partisi-can-dusmaniyla-karsilasiyor-david-harvey-jiyan-org/ [Erişim: 07.12.2014]
10. URL1.
11. URL4.
Bu icerik 9158 defa görüntülenmiştir.