DOSYA
İsrail’de Mimarlığın Etik Sorunları ve APJP
Arif Şentek, Mimar
Geçtiğimiz Temmuz ayının ilk günleri başlayan ve iki ay boyunca süren İsrail saldırıları, Gazze’de ağır yıkımlara neden oldu. Saldırılarda sivil halktan 2.145 kişi yaşamını yitirdi. Yaşamını yitirenlerin 578’i çocuktu. İsrail saldırıları sonucu 2.276 ev tamamen, 13.395 ev kısmen yıkıldı. 70 cami, 143 okul yerle bir oldu.(1) İsrail’in son yüzyıl boyunca sürdürdüğü saldırgan ve yayılmacı politika nedeniyle kendi topraklarında ve komşu ülkelerde sığınmacı olarak yaşayan beş milyon Filistinliye yüz binlerce yenisi katıldı.
Aynı günlerde aralarında Türkiye’den Mimarlar Odası delegasyonunun da bulunduğu değişik ülkelerden mimarlar, konuyu Güney Afrika’nın Durban kentinde toplanan UIA Kongresi ve Genel Kurulu’nda gündeme getirmeye çalıştılar. Mimarlar, UIA’nın İsrail saldırganlığını protesto eden, bölgede barışı savunan bir duruş sergilemesini istediler. UIA yönetimine egemen olan gruplar kürsü oyunları ile bu yönde bir kararın çıkmasını ustaca manevralarla engellediler ama savaşın getirdiği ağır yıkım mimarların gündeminde yerini koruyor.
Böylesine acımasız bir yok edişin yaşandığı ortamda etikten, mimarların ve plancıların sorumluluğundan söz etmek ilk bakışta anlamsız gelebilir. Ama Yahudi kökenli bir mimar olan Abe Hayeem ve arkadaşları Londra’da kurdukları “Filistin’de Adalet İçin Mimarlar ve Plancılar” (APJP) örgütlenmesi ile tam da bu işi yapıyor.
İSRAİL’İN İŞGAL POLİTİKASINDA MİMARLARIN ROLÜ
Son Gazze saldırısı İsrail’in 1947 yılından sonra Filistin halkına karşı giriştiği yayılmacı ve yok edici bir politikanın gizlenmesi mümkün olmayan bir sonucu. Aslında İsrail bu politikasını daha ilk günlerden itibaren üzeri örtülü bir biçimde aldığı yapılı çevre kararlarıyla sistematik bir biçimde uygulamaktaydı. Bu uygulamalar içinde mimarlar ve diğer ilgili meslek insanları da görev almaktaydı. İşte APJP bu noktada uluslararası hukuk, mimarlık meslek kuralları ve genel olarak etik ilkeler açısından hareket ederek İsrailli mimarlara ve İsrail Mimarlar Birliği IAUA’ya sorumluluklarını hatırlatıyor, bu doğrultuda etkin eylemlerde bulunuyor.
İsrail-Filistin çatışması gibi tartışmanın bol olduğu çetrefilli bir konuya, özellikle yapılı çevre ve mimarlar açısından baktığınızda işe nereden başlayacağınızı, nelerin önemli, nelerin belirleyici olduğunu bilmeniz oldukça zor. APJP Başkanı Abe Hayeem’in 2010 yılında Stockholm’de, barış için uğraş veren ARC-PEACE ve Sınır Tanımayan Mimarlar örgütlerinin birlikte düzenlediği seminerdeki konuşması konuya ilgi duyanlar için çok yararlı ve ayrıntılı bilgiler içeriyor. Konuşmayı özetleyerek size aktarmaya çalışacağım.(2)
Hayeem, “İsrail’de mimarlığı işgal operasyonlarından, siyasi ve askeri stratejilerden ayrı düşünmeniz zordur. Bu konuda İsrail neredeyse başka benzeri olmayan bir örnektir. İsrail’de mesleğin uygulanması devlet mekanizmaları ve politikalarıyla içinden çıkılması güç bir karmaşıklıkta iç içe girmiştir” diyor ve konunun tarihsel sürecini şöyle anlatıyor: “Filistin’de yerli halkın yaşadığı alanların oranı 1917’de % 97 iken, 1947’de % 44’e düşmüştür. Filistinlilere, eskiden yaşadıkları toprakların bugün sadece %10’u, Filistin devletini oluşturduğu varsayılan kantonlara bölünmüş olarak verilmiş durumdadır. Bu daraltılmış yaşam alanları, planlama ve mimarlık uygulamalarıyla ve kurulan denetim ağlarıyla daha da bölünmektedir.”
“BU İŞLER MİMARLARIN KATKISI OLMADAN GERÇEKLEŞİRİLEMEZDİ”
“1947’den itibaren İsrail’in Kibutz politikasıyla 560 Filistin köyünün harabeleri üzerine kentler, kasabalar inşa edildi. Evler ve mimari miras bir tür mimari yok ediş sürecinde haritalardan silindi. İsrailli mimarlar ve plancılar, bilerek veya bilmeyerek bu sürecin bir parçası oldular. 1967 Savaşı’ndan sonra inşa edilen ve uluslararası hukuka göre yasa dışı kabul edilen yerleşmeler onların katkısı olmadan gerçekleştirilemezdi.”
“İsrailli mimarların Filistin’de Siyonist yerleşmelerin ilk günlerinden itibaren önemli bir rol oynadıklarını söylemeliyiz. Yahudi Ulusal Fonu’nun 1901’de sadece Yahudilerin yaşayacağı yerleşimler için Filistin’de satın aldığı araziler üzerinde inşa edilen “Duvar ve Kule” modeli diye adlandırılan ileri karakollar, bu topraklarda egemenlik kurmaya, yerel Bedevi halkını ve çiftçileri yaşadıkları topraklardan söküp atmaya hizmet etmiştir. ‘Duvar ve Kule’ modeli bugün de ‘Irk Ayrımı Duvarı’nda(3) ve yeni ileri karakol inşaatlarında varlığını sürdürmektedir.”
“Sivil-asker ortak planlama stratejisi 1948’den sonra, mevcut Arap kent ve köylerinde kamulaştırılarak ele geçirilen araziler üzerinde kurulan ‘gözcü yerleşimler’ (mitzpim) biçiminde her yerde uygulandı. Yahudi yerleşimleri komşu Arap topluluklarını umursamaz, onlara tepeden bakan hâkim konumlarda geliştirildiler. 1967 sonrasında, işgal edilen Batı Şeria ve Gazze tepelerine inşa edilen yasadışı yerleşimlerle bu uygulamalar sürdürüldü. Ariel Sharon ‘gördüğünüz her tepeyi ele geçirin’ diye emretmişti. Bu emre uyuldu. İnşa edilen yerleşimlerde yükseklik eğrileri boyunca devam ettirilen ışınsal tasarım, Filistinli halkın yaşadığı komşu arazileri izleme ve denetleme olanağı veriyordu.”
BAŞBAKANLIK BİNASINDA SİYONİST MİMARLAR OFİSİ
Abe Hayeem konuşmasında, geçen yüzyılın başında Osmanlı egemenliği altındaki Filistin’de Yahudilerin yerleşeceği toprakları satın almak amacıyla kurulan ve giderek artan etkinliği bugün de süren Yahudi Ulusal Fonu (JNF) ile bağlantılı Siyonist mimarlar grubu üzerinde de duruyor ve şöyle diyor: “JNF ile topraklara el koyma ve kamulaştırma operasyonları arasında sıkı bağlar vardır. Bu ilişkiler içinde, ordu ve savunma güçleri ile Kibutz, Moşav hareketlerinde, bölgede yeni yerleşmelerin yapımında görev üstlenen İsrailli Siyonist mimar (Adrichalim) grubu da yer almaktadır. İşte bu ilişkiler İsrail ve işgal bölgesinde yapılan her inşaatı böylesine politik ve çatışmalı bir hale getirmektedir.”
“İsrail’in ilk başbakanı David Ben Gurion, 1948’de Başbakanlık binasının bir bölümüne yerleştirdiği Siyonist mimar (Adrichalim) grubunun çalışmalarını bizzat denetliyordu. O günden bugüne İsrail ve işgal bölgesinde yapılan her inşaat işinin politik bir yanı bulunmaktadır.”
APJP Başkanı Hayeem, mimarlıkta kökleri çok eskilere dayanan mesleki etik ilkelerin İsrail’de meslek ortamında yaşananlara sessiz kalınmamasını gerektirdiğini vurgulayarak, “işlenen suçlara ortak olamayız, olmamalıyız” diyor.
2002 BERLİN: AÇILMADAN KAPANAN BİR SERGİ
2002 UIA Berlin Kongresi’ne katılanlar belki hatırlayacaklardır. Değişik ülkelerin mimarlık örgütleri tarafından düzenlenen sergiler arasında İsrail’den IAUA’nın sergisi daha açılmadan kapanmıştı. Hayeem konuşmasında bu olaya da değiniyor, “Bir Sivil İşgal – İsrail Mimarlığının Politik Yanı” konulu sergiyi, kazandıkları bir yarışma sonucu Eyel Weizman ve Rafi Segal’ın(4) hazırladığını, ancak sonradan IAUA yönetiminin sergi kataloğunu görünce küplere bindiğini ve sergiyi kapattırdığını anlatıyor. Weizman ve Segal, sergide anlatılanları bir yıl sonra yayınladıkları bir kitapta(5) derlerler.
Eyel Weizman 2007 yılında konuya ilişkin bir başka kitap(6) daha yayımlamış. Konuşmasında Eyal Weizman’ın çalışmalarına geniş yer veren Abe Hayeem, Weizman’ın İsrail’de izlenen yapılı çevre politikalarının sonuçlarına ilişkin tespitlerini aktarıyor. Weizman’ın aşağıya genişçe alıntıladığımız bu tespitleri Filistin’deki yeni yerleşimleri ve İsrail’in yayılmacı işgal politikası içinde mimarların konumunu çok iyi anlatıyor.
Eyal Weizman, yeni yerleşimlerde mekânın örgütleniş biçimi üzerinden İsrail’in doğrudan hâkimiyet ve denetim kurmayı amaçladığını belirterek şöyle diyor: “İdeal olarak benimsenen eşmerkezli sosyal ve stratejik modele uygun formun Batı Şeria’da tepe ve vadilerin çeşitlilik gösteren topoğrafik koşullarına uyarlanmasıyla oluşturulan kırsal banliyöler ülke topraklarının tamamen parçalanmasına hizmet etmektedir.”
İSRAİL’DE YENİ YERLEŞİMLER VE EYAL WEIZMAN’IN TESPİTLERİ
Weizman, Yahudi nüfus için kurulan yeni yerleşimlerdeki yapılaşma dokusunun bugün Batı Şeria’nın % 2’sinden daha az bir alanı kapladığını ama bu yerleşimlerin stratejik olarak bölgenin bütünüyle denetim altına alınmasını sağlayabilecek şekilde konumlandırıldığını söylüyor. Eyal Weizman’ın diğer tespitleri özetle şöyle:
- “1967’de belirlenmiş uluslararası sınırların ötesinde yerleşmeler inşası 4. Cenevre Sözleşmesi’nin 49. maddesinin ihlalidir. Bu maddede “İşgal eden devlet kendi halkının bir kısmını işgal ettiği bölgeye tehcir veya nakledemez” denilmektedir. Dolayısıyla İşgal Bölgesi’ne İsrail vatandaşlarının yerleştirilmesi uluslararası hukuka aykırıdır.
- Bu projeleri üstlenmekle İsrailli mimarlar bir başka kırmızıçizgiyi aşmışlardır. Burada planlama, yerel nüfusu baskı altına alma ve bölünmeye zorlama amacıyla kullanılan bir tasarım biçimi ile uyumludur.
- Banliyö evleri, sanayi bölgeleri, altyapı ve yollar politikacıların bölgesel planlarına göre ve Filistinli toplulukları bölmeye, tedirgin etmeye ve sıkıştırmaya yönelik bir amaca uygun olarak tasarlanmış ve inşa edilmiştir.
- Merkezi, stratejik ve politik bir biçimde kullanılan planlama, maddi çıkar peşinde olan özel mimarlık firmaları eliyle hayata geçirilmektedir. Hem genel mantığı itibarıyla hem de özgün ayrıntıların tekrarı yoluyla mimarlık ve planlama bölge topraklarına yönelik bir silah olarak kullanılmaktadır.
- Yerleşimlerin form ve konumlarında belirli manipülasyonlar yapılmaktadır. Örneğin, Filistinlilerin kullandığı bir dolaşım arteri ikiye bölünmekte, bir köyün çevresi kuşatılmakta, büyükçe bir kent veya stratejik bir yol kavşağı denetim altına alınmaktadır. Bu tasarım sürecinde mimarlar mesleği uygulama ilkelerine aykırı hareket etmek üzere görevlendirilmektedir.”
İNSAN HAKLARINA YÖNELİK BİR SİLAH OLARAK TASARIM
Eyal Weizman, tıptaki Hipokrat andının benzeri bir geleneğin mimarlıkta olmadığını ama çok söylenmiş bir söz olmasına karşın bugün bir kez daha “planlama ve mimarlık toplum yararına uygulanmak zorundadır” demenin gerektiğini belirtiyor. Weizman: “Eğer tasarım kararları ve inşaat uygulamaları insan hakları ihlaline yönelik bir silah olarak kargaşa yaratmak, baskı kurmak, saldırganlık ve ırkçılık amaçlarıyla kullanılıyorsa burada bir suç işlenmektedir.” diyor.
Abe Hayeem yukarıdaki görüşlerin mimarlığı yeni bir eleştiri ortamına yönlendirdiğine işaret ediyor. Hayeem, mimari tartışmalara ahlak ve etik boyutunu getirmenin ötesinde bu görüşlerin uluslararası hukuk açısından yargılama sürecine yönelik bir çağrı da olduğunu sözlerine ekliyor. Abe Hayeem, APJP olarak tek tek mimarlarla uğraşmadıklarını, meslek örgütlerinden gerekli duyarlılığı göstermesini, üyelerine yönelik girişimlerde bulunmasını beklediklerini söylemektedir. Bu arada Hayeem, etik açıdan sorunlu projeleri sadece küçük firmaların yapmadığını, bazı tanınmış mimarların da pastadan payını aldığını belirtmekte ve bazı örnekler vermektedir. Örneğin sözkonusu mimarlardan biri Moshe Safdie’dir.
FİLİSTİN’DE ETİĞİ ÇİĞNİYOR LONDRA’DA ETİĞİN ÖNEMİNİ ANLATIYOR
Moshe Safdie, aşırı dinci Elad mensuplarının yerleştirilmesi amacıyla Filistinlilere ait evler yıkılarak ve arsalarına el konularak oluşturulan “Davut Kenti”nin nazım planını yapmış. Bu projeyi etik bir sorun olarak görmeyen Safdie’nin Londra’da RIBA’nın düzenlediği bir konferansta etiğin önemi üzerine bir konuşma yaptığını hatırlatan Hayeem şöyle diyor: “Safdie, mimarlığın kentler içinde artan entegrasyon ve karşılıklı etkileşim ile bağlantısını kurarak mesleğin insani bir misyon taşıdığını teyit ediyor ve simge, kimlik, bellek ve peyzajla ilişkisi üzerinde duruyordu. Ama bu söylemin ötesinde Safdie, benimsediği değerlerin tam tersinin yaşandığı İsrail’de mimarlığın içinde bulunduğu çelişkilerin somut bir örneğini sergilemekteydi. İsrailli mimarlar dünya sahnelerinde itibar peşinde koşarken kendi ülkelerinde İsrail hükümeti tarafından izlenen, bölgesel yayılmayı ve bölünmeyi öngören bir politik gündemin içine kaçamayacakları bir biçimde çekilmektedirler.”
FRANK GEHRY VE DİĞER BAZI MİMARLAR
APJP Başkanı’nın konuşmasında adı geçen diğer ünlülerden biri de Frank Gehry. Mamila kentinde tarihî değeri olan bir Müslüman mezarlığının üzerine inşa edilen “Hoşgörü Müzesi”nin tasarımını Gehry yapmış. Fakat Gehry APJP’den gelen tepki üzerine projeden çekilmiş, ancak inşaata bir İsrail firmasının hazırladığı revize projeye göre devam edilmiş.
Hayeem, yaptıklarının politik sonuçlarını görmezden gelen İsrailli mimarlara en belirgin örneğin Thomas Leitersdorf olduğunu söylüyor. Leitersdorf, Batı Şeria’nın yeni geliştirilen en büyük kenti olan ve işgal bölgesinin en doğu ucunda yer alan Ma’ale Adumim’i tasarlamış. Tasarımdaki amacın çok sayıdaki tepeye az sayıda insan yerleştirerek mümkün olduğunca geniş bir araziyi sahiplenmek olduğuna dikkati çeken Hayeem “Burada izlenen politika, işgal altındaki topraklarda İsrailliler ne kadar uzağa yerleştirilirse uluslararası sınırların belirlenmesi zamanı geldiğinde İsrail’in o kadar geniş bir toprağa sahip olacağı görüşüdür” diyor.
Leitersdorf‘a Ma’ale Adumim’i politik açıdan nasıl gördüğü sorulduğunda şu ilginç yanıtı vermiş: “Araplarla İsrail arasındaki politikaya benim bir müdahalem olamaz. Zira politikanın çok uzağındayım. Size bir mimarın politikayı etkileyeceği mi söyleniyor? Hayır etkileyemez. Batı Şeria’da durum çok farklı olabilirdi, ama bu ne sizin ne de benim elimde değil.”
Abe Hayeem, Bauhaus okulundan yetişmiş bir mimar olan Arieh Sharon’un kuruluş yıllarında İsrail için genel bir yerleşim planı yapmakla görevlendirilmiş olduğunu hatırlatıyor. Filistin topraklarında izlenecek işgalci ve yayılmacı yerleşim politikaları doğrultusunda hazırlanan uzun erimli bu planda öngörülenler, bugün en uç noktalara varan uygulamalarla gerçekleştirilmiş.
APJP’NİN KURULUŞU, DESTEK VE TEPKİLER
Filistin’de Adalet İçin Mimarlar ve Plancılar (APJP) örgütlenmesinin ilk hazırlık çalışmaları 2002 yılında Berlin’de “Bir Sivil İşgal – İsrail Mimarlığının Politik Yanı” konulu serginin açılmadan kapandığı günlerde başlamış. Abe Hayeem ve arkadaşları, serginin küratörlerinden Eyal Weizman’la görüşerek bir yol haritası oluşturmaya çalışmışlar. Çalışmalarda 1980’de, Güney Afrika’daki ırk ayrımına karşı gerçekleştirilen “Irk Ayrımına Karşı İngiltereli Mimarlar” (UKAAA) örgütlenmesi örnek alınmış. APJP’nin resmen kuruluşu ise 2007 yılında tanınmış İngiliz mimar Lord Richard Rogers’ın Londra ofisinde, yine mimarlık dünyasının tanınmış isimlerinden Charles Jencks, Ted Cullinan ve Neave Brown’ın katılımıyla düzenlenen bir toplantıda açıklanmış. Bu mimarlar, UKAAA hareketine katkılarıyla da biliniyor.
APJP’nin ilk eylemlerinden biri Filistin’de yapımına başlanan “Irk Ayrımı Duvarı”na karşı olmuş. İnşaatı yapan firmaları hedef almışlar, yıkımlarda kullanılan inşaat makinelerini satan Caterpiller’e karşı kampanya yürütmüşler. Bu arada The Times gazetesinde ilan olarak yayınladıkları geniş katılımlı bir ortak dilekçede, İsrailli mimarların yapımında yer aldığı bazı projelerin ve bu projelerde mimarların konumunun yasalara aykırılığını ayrıntılarıyla vurgulamışlar ve bu projelerin durdurulmasını istemişler. Dilekçeyi, çalıştıkları alanlarda isim yapmış yüzlerce mimar, plancı ve akademisyen imzalamış.
Abe Hayeem, “Somut bir boykot kararından söz etmemiştik ama basın sansasyonel bir biçimde bizim İsrail’e karşı bir boykot başlatacağımızı yazınca kıyamet koptu. Aniden işler uluslararası bir boyut kazandı” diyor. Filistin’de barışı ve meslek etiğini savunmak üzere yola çıkan mimarları destekleyenler olduğu kadar karşı çıkanlar, onları “nefret suçu” işlemekle, “antisemitizm”le suçlayanlar da olmuş. Hayeem’in, kendilerine destek veren Rogers’ın başına gelenler konusunda anlattıkları, mesleğin siyasal boyutlarını ve mimarların “vicdanları ile cüzdanları” arasına nasıl sıkışabileceklerini göstermesi açısından çok ilgi çekici. Hayeem, Rogers’ın başına gelenleri özetle şöyle anlatıyor:
“SİYASET, PARA VE LORD ROGERS’IN ETİK KARŞISINDA SINAVI”
“New York’ta, aralarında ünlü Siyonist senatör Jacop Javits adına yapılan bir konferans merkezi de bulunan milyarlarca dolar tutarında beş büyük projenin mimarı olan Lord Roger, İsrail’e karşı boykot hareketine katılmakla (ki bu ABD yasalarına aykırıydı) suçlanıyordu. Aslında kendisi cesaretlendirici birkaç söz söylemek için toplantımıza katılmıştı ve kampanya tartışmaları başlamadan toplantıdan ayrılmıştı.”
“Rogers hemen sanık sandalyesine oturtuldu. Apar topar New York’a, belediye meclis üyeleri, başlıca Yahudi örgütlerinin yöneticileri ve senatörlerden oluşan bir kurul tarafından sorguya çekilmek üzere çağrıldı. Rogers’ı New York’taki projelerini elinden almakla tehdit ediyorlardı. Bu projelerden birinin Dünya Ticaret Merkezi yerine yapılacak yeni kuleler olduğunu hatırlatayım. […] Rogers etik açıdan sıkıntılı bir ikilem içine sokulmuştu. […] Hemen bizimle olan ilişkisini kamuoyu önünde yalanladı ve Yahudi örgütlerini tatmin edici açıklamalar yaptı.”
İSRAİL MİMARLAR BİRLİĞİ’NİN TUTUMU VE UIA’NIN İSTANBUL KARARI
APJP, Filistin’de mimarların etik ilkeleri çiğnemesine ve İsrail’in işgal politikalarına ortak olmasına karşı başlattığı eylemleri meslek örgütleri düzeyinde de sürdürmüştür. Öncelikle İsrail Mimarlar Birliği IAUA’ya ayrıntılı bir mektupla başvuran ve neden sözkonusu üyeleri hakkında bir yaptırım uygulamadıklarını soran Abe Hayeem, Birlik Başkanı’ndan şu yanıtı alır: “İsrail hükümetinin yaptırdığı bazı projelere ilişkin kaygılarınızı belirttiğiniz mektubunuza yanıt olarak şunu söylemek isterim ki, IAUA politika dışı bir örgüttür ve sadece mesleki konular ile uğraşır. […] Kuşkusuz üyelerimiz kişisel olarak belirli politik görüşlere sahip olabilir ve bu görüşlere uygun hareket edebilirler.”
Birlik Başkanı’na gönderdiği ikinci bir mektupta konunun politik değil bütünüyle meslekle ve mesleği uygulamayla ilgili bir konu olduğunu bir kez daha vurgulayan Abe Hayeem şöyle diyor: “Bu meslek örgütü, üyelerinin yaptığı işlerin sonuçları konusundaki yaklaşımı ile insanın donup kalacağı sözde bir ‘yansızlık’ örneği sergiliyordu. Gerçekleştirilen bütün inşaatlar; toprağa el konulması, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve baskı altında tutulması için ezici bir askeri güç kullanılması dâhil, işgali pekiştiren uygulamalardı ama meslek örgütü işin bu yanını görmeyi tümüyle reddediyordu.”
IAUA’nın konuya duyarsız kalması karşısında APJP girişimlerini Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) nezdinde sürdürür ve IAUA’nın üyeliğinin askıya alınmasını talep eder. 1980’lerde Güney Afrika’nın ülkedeki ırkçı politikalar nedeniyle UIA’dan dışlanmasını emsal olarak gösteren APJP’nin talebi UIA çevrelerinde fazlaca destek bulmaz. UIA, 2005 yılında İstanbul’da yapılan Konsey toplantısında aldığı ve İsrail’den söz etmemeye dikkat edilerek genel ifadelerin kullanıldığı şu genel mahiyetteki bir kınama kararıyla yetinir: “UIA Konseyi, etnik arındırmaya tabi tutulmuş ve yasadışı yollarla el konulmuş araziler üzerinde imar planları ve bina inşaatları yapılmasını ve etnik veya kültürel açıdan ayrımcılığa dayanan kurallara uyularak yapılmış projeleri ve benzeri şekilde 4. Cenevre Sözleşmesi’ni ihlal eden bütün eylemleri kınamaktadır.”
DESMOND TUTU VE RIBA’DAN GELEN DESTEK
APJP, Konsey’in kınama kararını dikkate almamakta ısrar eden İsrail Mimarlar Birliği IAUA’ya karşı yaptırım uygulaması için UIA düzeyindeki girişimlerini sürdürmektedir. APJP’nin bu girişimlerine İngiliz mimarlık meslek örgütü RIBA da katılmış ve bir konsey kararı ile İsrail’in üyeliğinin askıya alınmasını UIA’dan talep etmiştir.(7) APJP’ye başka destek verenler de vardır. Örneğin son UIA kongresinin kapanış konuşmasını yapan Güney Afrika’nın dini lideri
Desmond Tutu UIA’nın böyle bir karar alması gerektiğini belirtmiştir.(8) Ancak UIA işi ağırdan almaya devam etmektedir. APJP’nin görüşlerini paylaşan diğer ulusal kesimlerin de UIA yönetimini barış, meslek onuru ve toplumsal sorumluluğu dikkate alan yaptırımlar uygulamaya zorlaması doğru olacaktır.(9)
APJP’nin eylemleri ve Abe Hayeem’in anlattıkları, politika ile mimarlığın nasıl iç içe girdiğini göstermektedir. Filistin’de yaşananlar diğer ülkelerde ve bu arada Türkiye’de farklı boyutlarda yaşanmaktadır. Bu durum, mimarların toplumsal ölçekte etik sorumluluklarını hayata geçirecek eylemlerin önemini açıkça ortaya koymaktadır.
NOTLAR
1. Filistin yetkililerinin verdiği resmi rakamlar, Radikal, 27.08.2014.
2. Abe Hayeem’in konuşmasının İngilizce tamamı için bakınız:www.arcpeace.org/en/publications/item/165-apjp-and-the-ethics-of-israeli-architecture?start=27 [Erişim: 09.12.2014]
3. “Duvar” konusunda Esra Bakkalbaşıoğlu’nun 2010 yılında Mimarlar Odası Ankara Şubesinin düzenlediği Mimarlığın Sosyal Forumuna sunduğu “Batı Şeria Duvarı: Baskı ve Direnişin Mimari Gerçekliği” başlıklı bildirisini hatırlatalım.
4. Eyal Weizman 2010 yılında Ankara’da yapılan Mimarlığın Sosyal Forumu’na çağrılı konuşmacı olarak katıldı. Pelin Tan’ın 2006 yılında Eyal Weizman ve Rafi Segal ile “Sivil İşgal” (Civil Occupation) projesi üzerine yaptığı ayrıntılı bir konuşmayı Arkitera’da bulabilirsiniz: http://v3.arkitera.com/s27-eyal-weizman-ve-rafi-segal.html [Erişim: 09.12.2014]
5. Segal, Rafi; Weizman, Eyal, (ed.), 2003, Civilian Occupation: The Policy of Israeli Architecture, Verso, Londra.
6. Weizman, Eyal, 2007, Hollow Land: Israel’s Architecture of Occupation, Verso, Londra.
7. RIBA’nın destek kararı için bakınız: apjp.org/riba-votes-to-suspend-israeli/2014/3/20/riba-votes-to-suspend-israeli-architects-association-from-in.html [Erişim: 09.12.2014]
8. Desmond Tutu’nun mesajı için bakınız: apjp.org/desmond-tutu-urges-uia-to-susp/ [Erişim: 09.12.2014]
9. İsrail yanlısı baskılar sonucu bazı RIBA yöneticileri İsrail’in UIA üyeliğinin askıya alınması talebinden geriye dönme eğilimleri göstermektedir. Örneğin, RIBA Başkanı Stephan Hodder “yanlış yaptık” demeye başlamıştır: www.thejc.com/news/uk-news/126414/riba-u-turn-over-israel-boycott-we-got-it-wrong [Erişim: 09.12.2014]
Bu icerik 7406 defa görüntülenmiştir.