381
OCAK-ŞUBAT 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Ildırı: Yerleşilemeyen Köy
    Ela Çil, Yrd. Doç. Dr., İYTE, Mimarlık Bölümü
    F. Nurşen Kul, Yrd. Doç. Dr., İYTE, Mimari Restorasyon Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA

Berlin Duvarı Gerçekten Yıkıldı Mı?*

Devrim Çimen, Dr., Mimar - Kentsel Tasarımcı

Yazının başlığı aklımızdan şüphe ettirip bizi tarih sayfalarında geriye gitmeye zorluyor olabilir. Geçen günlerde ortadan kaldırılmasının 25. yılı da kutlanmış olan Berlin Duvarı 1989 yılından başlayarak zaman içerisinde yıkıldı, ancak elimizde yukarıda ki provokatif soruyu sorduracak veriler de yok değil. Bir zamanlar Batı dünyası tarafından “Utanç Duvarı” olarak adlandırılan yapı bugün bakıldığında, yine Batı dünyası tarafından kentin kimliğini oluşturmada önemli bir unsura dönüşmüş durumda ve her 5 yılda bir görkemli törenlerle kutlamalar yapılıyor. Duvarın yıkılması artık görkemli bir “gösteri”.

Bu yazıyla aktarmaya çalışacağım düşünce, yokluğu ya da ortadan kaldırılması kutlanan Duvarın aslında bugün Berlin’in kentsel kimliğinin üzerine kurulduğu şeyin tam da kendisi olduğu iddiasıdır. Alexander Tölle “Berlin’in Kentsel Kimlik Politikaları” isimli makalesinde bu konuya değinir.(1) Tölle’a göre Duvarın yıkılmasından sonra merkez Doğu Avrupa kentlerinin kendilerini hızla yeniden icat etmeleri ve küreselleşen dünyaya entegre olmaları gerektiğini söyler ve bunu yaparken de eski sosyalizm öncesi altın günlerini referans alarak bir yeniden inşa sürecine giriştiklerinden bahseder. Berlin bu tür kentlerin önemli örneklerinden bir tanesidir ve bu tür bir kimlik inşa sürecini oldukça operasyonel ve verimli bir biçimde çözme gayretine girişmiş, Duvarı bu kimliğin inşası için araçsallaştırma yolunu seçmiştir. Yazı bunun sorgulanmasından çok bu inşai sürecin ne tür farklılaşan algısal ve mekânsal yollarla olduğu üzerinde duracaktır. Bu algının kurulumunu analiz ederken de 2009 yılında Berlin’e gerçekleştirmiş olduğum ziyaretteki kişisel gözlemlerimden yola çıkacağım.

DUVAR

Berlin Duvarı soğuk savaş döneminin, yani dünyayı kavrama ve anlamanın iki ana akımla temsil edildiği dönemin kentsel mekân üzerine yansımış en ilginç fiziki izdüşümlerinden birisidir. Asıl üzerinde duracağımız konunun Duvarın yapım nedenleri olmadığını hatırda tutarak kabaca tarif etmek gerekirse, soğuk savaş koşullarında Doğu Almanya yurttaşlarının Batı Almanya’ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman Meclisi’nin kararı ile 13 Ağustos 1961 yılında yapımına başlanan ve 46 kilometre uzunluğa sahip olan Duvar, Batı dünyasında uzun bir süre “Utanç Duvarı” (Schandmauer) olarak anıldı. (Resim 1) Pek çok Doğu Berlinli Duvarı aşarak Batı Berlin tarafına kaçtı ve yine birçoğu da kaçmak isterken öldürüldü. Duvarın yapımı kendi içerisinde belirli aşamalardan geçtikten sonra son halini aldı. İki Berlin arasındaki geçişleri engellemek için öncelikle yasal düzlemde mevzuatlar, mekânsal düzlemde ise tel örgüler yapıldı. Bunlar yeterli görülmeyince ise Duvarın yapımına başlandı. İlk başta yapılan bu Duvarlar kaçışları yeterince engelleyemeyince ise önce yükseltildi, ardından mayınlı alanlar, köpekli askerler ve gözcü kuleleri ile güçlendirildi. Duvar, ideolojik ayrışmadan mekânsal ayrışmaya kadar çok farklı ölçeklerde işlev görmekteydi, ancak öne çıkan özelliği, yapımının aşamalı kurgusu da dikkate alındığında fiziki varlığıydı. Bu boyutu ile Duvarın ana işlevi, mekânsal olarak kopardığı kentin parçaları arasındaki sürekliliği kesmek ve ortadan kaldırmak olduğu için kentsel mekân ve mimarlık ile doğrudan ilintilidir. Batı Berlin’in dört tarafının Doğu Berlin tarafından çevrili olduğu düşünüldüğünde Duvarın dışa doğru yani Doğu Berlin’e doğru katmanlaşması da ilginçtir. Bu çok katmanlı engel yaklaşık 28 yıl boyunca varlığını sürdürdü ve batı kısmında grafitilerle, doğu tarafında ise beyaz boyalı ve aşırı güvenlik önlemleri ile asimetrik bir biçimde kent yaşamlarına damgasını vurdu. Dünyadaki konjonktürel dönüşümlerden ötürü 9 Kasım 1989’da geçişler serbest bırakıldı, 13 Haziran 1990’da ise Duvarın fiziken yıkımına başlandı ve bu sayede ayrışma en azından fiziki erişimin sürekliliği anlamda ortadan kaldırılmış oldu. (Resim 2-3)

DUVARSIZLIK

Berlin Duvarı yıkıldıktan, fiziksel ve mekânsal boyutu büyük oranda ortadan kalktıktan sonra Duvarın hatırlatılması ve bellek boyutu devreye girer. Ahenk Yılmaz’a göre bellek zihinsel temsillerden oluşur ve bu temsiller her hatırlama sürecinde yeniden inşa edilirler.(2) Her hatırlama eyleminde önceki temsil yeni bilgi ile bütünleşir ve böylece yeni bir bellek ortaya

çıkar. Ahenk şöyle devam eder: “Tüm bunların yanı sıra, yine bugün biliyoruz ki, bellek sadece zihinde değil, yerde de ikame eder. Yer belleğe köklenmesi için zemin sağlar, fakat aynı zamanda kendi kimliği bu köklerle kabul görür ve hatta bazı durumlarda inşa olur. Bu ilişki yerin kimliğini belleğin sonsuz temsilleri ile iç içe geçirir.”

Zira bu süreçte Duvarın yokluğu her 5 yılda bir kutlanır oldu. Geçtiğimiz günlerde de yıkılmasının 25. yılı görkemli bir törenle kutlandı. 5 yılda bir daha da gözönüne getirilen bu gösterinin temel iddiası, Duvarın yıkılmış olması ve onun yokluk hali üzerine kuruludur. Bir şeyin yıkılması, onun doğal ya da insan eli ile fiziksel olarak ortadan kaldırılması ve fiziken varlığının sona ermesi olarak tariflenebilir. 1961 yılında yapımı ile kenti fiziksel olarak parçalayan / ayıran / kopartan bir Duvarın bundan 25 yıl önce, 1989’da ortadan kaldırılması ile kentte mekânsal bir sorun da ortadan kalkmış oldu. Ancak bu kutlamaların bize gösterdiği başka bir olgudan da söz etmek elzemdir ve bu kavramsallaştırmanın ana sorusu yazının da başlığı olan “Berlin Duvarı Gerçekten Yıkıldı mı?”dır. Bu sorunun temel amacı aslında farklı bir fiziksel ve anlamsal düzlemde Duvarın yeniden inşasına dikkat çekmektir. Elbette ki Duvar aynı saiklerle yeniden inşa edilmemektedir, ancak mevcudiyetini Berlin Duvarı’nın bir dönemki fiziksel varlığı üzerinden yeniden üretmektedir. Bu anlamı ile bakıldığında ise kurtulunmak istendiği iddia edilen bir varlığın Berlin için önemli bir etkinlik haline gelerek kentin kimliğinin tanımlanmasında hayati bir unsur olarak öne çıkmasıdır. Duvarın (ağırlıklı olarak fiziki) mirasının yeniden kurulumunun altlığını oluşturması ve Duvarın varlığının tekrar tekrar yeniden hatırlatılması… Yıkılış eyleminin böylesi bir gösteriye dönüştürülüyor olması bize Guy Debord’un Gösteri Toplumu kitabında ortaya koyduğu perspektife gönderme yapmayı zorunlu kılıyor.(3) Debord kitabına Feuerbach’tan yaptığı şu alıntıyla başlar: “Çağımızın [...] tasviri nesneye, kopyayı aslına, temsili gerçekliğe, dış görünüşü öze tercih ettiğinden kuşku yoktur. [...] Çağımız için kutsal olan tek şey yanılsama, kutsal olmayan tek şey ise hakikattir.” Debord’a göre modern üretim koşullarının egemen olduğu toplumların tüm yaşamı, gösterilerin uçsuz bucaksız birikimidir. Bir zamanlar dolaysızca yaşanmış olan her şey artık yerini bir temsile bırakarak uzaklaşmıştır, tıpkı yıkılarak ortadan kaldırıldığı düşünülen Duvarın farklı temsil biçimleri ile yeniden ve yeniden üretilmesi gibi.

HATIRLAMA VE YENİDEN İNŞA SÜRECİNİN BAŞLANGICI OLARAK 1989

Duvarın yıkılma hikâyesi aslında onun yeniden inşa edilme sürecidir de. Fiziksel mekânda ortadan kalktığı düşünülen bir şeyin bellek yolu ile yeniden kurulmasının önünü açan durumdur çünkü yıkım. Yaklaşık 28 yıl boyunca hüküm sürmüş olan Duvarın bir anda yok olmasını beklemek pek de doğru olmayacaktır. 1961-1989 yılları arasında fiziki bir unsur olarak kent yaşantısındaki yerini alan Duvar, 1989 yılında yıkıldıktan sonra günümüze kadar farklı biçim ve bağlamlarda, ağırlıklı olarak zihinsel alanda yeniden inşa ediliyor. Zira 2009 Mayıs’ında, yani Duvarın yıkılışının 20. yılında Berlin’e gerçekleştirdiğim gezi beni sürekli Duvarla ve onun farklı veçheleriyle karşı karşıya getirdi. 2009’da Berlin Turizm Müdürü’nün Türkiye’ye geldiğini ve “Berlin’de Duvarsız 20.Yıl” kutlamaları ile ilgili etkinliklerde bulunduğunu okumuştum. Bunun ne kadar ironik bir durum olduğu açık. Kimliğinin önemli bir parçasını Duvar üzerinden yeniden oluşturan bir kentin, ondan kurtulmuş ya da kurtulmak istermiş gibi bir hava içinde olması kurcalanması gereken bir noktaya işaret ediyor.

DUVARIN FİZİKİ BİR UNSURDAN KENTSEL BİR KİMLİK İMGESİNE DÖNÜŞMESİ

Duvar mekânsal bir ayırıcı olması hasebiyle fiziksel varlığı ile önplana çıkarken yıllar içerisinde kentsel yaşamla kurduğu ilişki üzerinden başka bir içeriğe kavuşmuş ve toplumun tüm katmanlarında anılar biriktirmiştir. Bu anıların küresel ölçekte de politik talepler silsilesi ile örtüşmesi sonucu bir fenomene dönüşmüş ve evrensel değerlerin savunusu söylemi üzerinden bir kimlik oluşturabilme kudretine kavuşmuştur. Bu sayede ise Berlin’in kentsel kimliğinin önemli bir parçası haline gelebilme olanağı elde etmiştir. Başka tür anımsama mekânlarına baktığımızda (örneğin Yahudi soykırımını anma mekânlarında) referansların temel olarak olaylar ve olgular üzerinden kurulduğunu görürken, Berlin Duvarı konusunda bizatihi Duvarın kendisi, yani fiziksel yapısının temel referans olarak kullanıldığını ve bu durumun bir hatırlama biçimi olarak Duvarı diğerlerinden ayırdığını söyleyebiliriz. Bu tespit de bizi yazının başlığı olan temel soruya doğrudan bağlıyor, çünkü her kutlamada görüyoruz ki Duvar hattı bir hatırlama nesnesi olarak farklı biçimlerde yeniden üretiliyor. Şimdi bu yeniden üretim sürecini kendi gözlemlerimi merkeze alarak aktarmaya çalışacağım.

SOYUTTAN SOMUTA DUVARIN YENİDEN İNŞASI

Yukarıda üzerinde durulduğu üzere, Duvar farklı temsil biçimleri ile belleklerde yeniden kurulmakta. Ben bu inşa sürecini analiz ederken soyut (yani fizik mekânsal olmayan) kavramsal temsillerden, somut (yani fizik mekânsal olan) temsillere doğru bir sıra takip etmeyi tercih ediyorum.

Tüm turistik Berlin haritalarında Duvarın çizdiği sınırlar işlenmiş durumda. Kentte gezerken ister istemez bu bilgiyi bir girdi olarak hafızanıza kaydediyorsunuz ve geziniz boyunca bir hayalet gibi size eşlik ediyor. Bu girdi Duvarın zihinde yeniden inşasının başlangıç noktasını oluşturuyor. Yazının ilerleyen kısımlarında sözünü edeceğimiz diğer varolma biçimleri ise bunun üzerine eklenerek çoğalıyor. Bilgilendirme panoları genellikle Duvar hattının mekânsal boyutu ile tarihsel olan boyutunun çakıştığı noktalarda yer alıyor. Yazılı ve görsel malzemenin yardımı ile Duvarın yeniden inşası sürecindeki yerini alıyor. Alanda fiziki bir iz kalmamış olsa bile bunu yeniden üretebiliyor.

Berlin sokaklarında ilerlerken gerek yolun gerekse kaldırımın kaplamasında bir malzeme farklılaşması dikkatinizi çekiyor. Yeteri kadar meraklı biri iseniz bu izi bir süre takip ettiğinizde bunun Duvarın izi olduğunu fark ediyorsunuz ve bu hat aynen bir bıçak gibi kentsel bağlamı kesiyor. (Resim 4) Bunun fark edilmesinden sonra zihinsel bir zincir başlıyor ve o alandaki tüm bakışınız bu bilgi üzerinden yeniden kuruluyor. Harita üzerinde işli olan Duvar hattının fiziksel olarak da büyük oranda farklı temsiliyetlerle varlığını sürdürdüğünü fark ediyorsunuz.

Gündelik yaşantımızda çok da anlam ifade etmeyecek herhangi bir duvardan kopmuş herhangi bir beton ya da tuğla parçası, Berlin Duvarı sözkonusu olduğunda başka bir anlama bürünüyor. Duvarın farklı boyut, biçim ve renkteki parçaları müzelerde ve hediyelik eşya dükkânlarının vitrinlerinde yerini orijinallik sertifikaları ile birlikte alıyor. (Resim 5) Bu yolla Duvar, birer metaya dönüşmüş parçaları ile farklı coğrafyalara alıcıları tarafından taşınarak bir bitkinin üremesine benzer bir biçimde kendini yayarak çoğaltıyor. Bazı yerlerde Duvar rastlantı eseri, örneğin bir köşeyi döndüğünüzde karşınıza çıkıveriyor. (Resim 6) Bugünün aklı ile tasarlanarak dolaşıma girmediği, yeniden inşa sürecine aktif olarak katılmadığı ve henüz “gösteri”nin bir parçası haline gelmediğinden ötürü aslında en samimi ve dolaysız ilişki bu kısımlarda mümkün hale geliyor. Sanki o zaman Duvarın gerçek imgesine (Burada gerçek Duvar olarak tanımladığım şey basitçe bir ifade ile onun salt somut varlığı) yaklaşıyor ve kullanımda olduğu zamanına ve mekânına çok yaklaştığınızı hissediyorsunuz. Burada aracısız olarak Duvarla karşı karşıya gibisiniz.

Duvarın gözlenmesi için tasarlanmış bir seyir kulesine çıktığınızda dikkatliyseniz uzakta bir noktada Duvar parçalarının istiflenmiş bir biçimde kentsel mekânda bekletildiğini fark ediyorsunuz. (Resim 7) Yeniden inşa sürecinde dolaşıma girmeyi ve gösterinin bir parçası olmayı bekleyen bu parçalar birer mezar taşı gibi rasyonel biçimde istiflenmiş halleriyle bu sürecin mekânizmalarına ve işleyişine dair ipuçları veriyorlar. Duvarın ayakta kalmış ya da bırakılmış en uzun ve sürekli parçasına grafiti sanatı eşlik ediyor. Duvar yaklaşık bir kilometre boyunca neredeyse kesintisiz olarak sürüyor ve fiziki olarak en heybetli halini sergiliyor. Ancak Duvar bu sefer de bir duvar olmaktan çok bir grafiti yüzeyine dönüşmüş durumda ve Duvarın yüzey olma özelliği sanatsal bir aktiviteye ortam oluşturuyor. (Resim 8) Bu durum ile ilintili olarak bir diğer noktada Duvar boş tuval olma, hatta resmedilme halinin bir gösteriye dönüşmesine zemin teşkil ediyor. Bu durumla karşılaştığımızda az önce görmüş olduğumuz ve kendiliğinden oluşmuş hissi veren grafitileri yeniden düşünmeye zorlanıyoruz ve durumu farklı bir bağlama oturtma şansını yakalıyor, tasarlanmamış ve kendiliğinden kurulduğunu sandığımız ilişkilerin aslında pek de öyle olmadığının farkına varıyoruz.

Bir başka yerde Duvar bir kentsel tasarım yarışmasına konu oluyor. Bu kapsamda Bernauer Caddesi’nde 1,4 kilometrelik Duvar parçası bir anımsama mekânı olarak tasarlanıyor. Bu cadde Duvarın tarihinde önemli bir yere sahip. Zira buradaki yapıların bir kısmının ön cepheleri Doğu Berlin’e bakarken arka cepheleri Batı Berlin’e bakmaktaydı ve ilk zamanlarda birçok insan bu pencerelerden atlayarak karşıya geçmeye çalıştı. Sonunda ise bu binaların pencerelerine duvar örülerek tüm irtibatları koparıldı. Burada önerilecek olan yarışma projesi hem Duvarın kentsel mekândaki varlığının yeniden ele alınması hem de önerilecek bir yapı ile tekrardan üretilmesini öngörüyor. Bu bağlamda kazanan proje korten çubuklar marifetiyle Duvar izini yeniden yorumlarken bir yandan da Duvarın bu kısmında yaşamını kaybetmiş insanların fotoğraflarında oluşan korten bir duvar öngörüyor. Proje kapsamında 2009’da inşa edilmeye başlanan bina ise Duvarın yer aldığı yolun hemen karşısında konumlanıyor.

İçinde bulunduğumuz Duvarın yıkılışının 25. yılı ise bu yeniden inşa gösterisinin doruk noktası olarak karşımıza çıkıyor. Duvar hattının büyük bir kısmının ışıklı balonlarla yeniden kurulması ve bu balonların yıldönümünde ihtişamlı bir törenle gökyüzüne salınacak olması, bu “gösteri”nin de giderek dozunu artırarak Duvarı yeniden kurduğunu bize gösteriyor. (Resim 9)

SONUÇ

Günümüzde kentlerin kapitalist ekonomiye eklemlenme biçimlerinde kimlik inşası önemli bir rol oynamaktadır. Bu anlamda kentlerin kendilerine özgü markalar ve imajlar yaratması üzerine kurulu olan sistem, sözkonusu kent Berlin olduğunda bizi bu tür karmaşık ve ikircikli bir durumla karşı karşıya bırakıyor. Buradaki önemli meselelerden ilki, soğuk savaş dönemindeki sosyalist-kapitalist ikiliğin bugün hâlâ kent mekânını anlama, anlamlandırma ve dönüştürmede etkin bir kavramsallaştırma olarak öne çıktığı ve kapitalist şehir iktisadının bugün var olmayan bir ikilik üzerinden hâlâ bir anlam ve değer devşirme halinde olduğu gerçeğidir. Çünkü Duvar hâlâ bir karşıtlık, hatta düşmanlık üzerinden anlamını üretmektedir.

Bir diğer yandan Berlin Duvarı, hatırlama eylemlilikleri çerçevesinde harekete geçen tüm faaliyetleri ile Berlin’in kentsel kimliğinin oluşum süreçlerinde hâkim konumda yer almaktadır. Bu tür bir hâkimiyet ise daha güçsüz ve kılcal temsil olasılıklarını imkânsız kılmasa da, görünürlüklerini azaltmakta ve bir tür zenginleşmenin önünü kesmektedir. Küresel ölçekte Duvar, fetişleştirilerek ve bir pazarlama nesnesine dönüşerek kentin ana kimlik öğesi olma durumdadır. Şöyle ki, kent mekânında Duvar bazen sadece haritalarda, bazen bilgi panolarında, bazen yerde bir iz olarak, bazen hediyelik eşya dükkânlarında, bazen bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendi haline bırakılmış, bazen ise bilinçli olarak dokunulmuş halleri ile sürekli karşımıza çıkmakta.

Tüm bunlara karşın bu yazı ile amaçladığım kentin bütünleşmiş olmasını olumsuzlamak ya da Duvar üzerinden farklı hatırlama biçimlerini reddetmek değil, bilakis bu durumu farkında olarak daha farklı bir perspektifte konunun ele alınmasına vesile olmaya çalışmaktır. Çünkü biliyoruz ki dünya üzerinde duvarlarla bölünmüş ve insanları birbirinden ayırılmış 41 kent hâlâ var(4) ve bu durum çözümlenmesi gereken önemli bir konu.

Aslında tüm bu deneyimleri ve düşünceleri tekrar gözden geçirince Duvarla kurulan ilişkinin şizofrenik bir duruma işaret ettiğini iddia edebiliriz. Yokluğunun bir gösteriye dönüştüğü ancak bu yokluk halinin bizatihi varlığı üzerinden yeniden kurulduğu bir durumla karşı karşıyayız ve şu soruyu rahatlıkla sorabiliriz: Acaba Duvar 1961-1989 arasında olduğundan daha fazla mı Almanya’nın, hatta Dünya’nın gündemi ve Berlin’in kentsel yaşantısının içinde?

Özetle Duvar bundan 25 yıl önce de 46 km uzunluğunda idi bugün de hâlâ en az aynı uzunlukta demek yanlış olmayacaktır, üstelik duvarsızlık halinin bu derece fetişleştirilmiş olduğu bir bağlamda.

 

* Bu makale, yazarın kendi blogunda 2009 yılında yayımladığı yazısının (8arti.blogspot.com.tr/2009/07/2009-maysnda-gerceklesen-berlin-gezimiz.html) geliştirilmiş halidir.


NOTLAR

1. Tölle, Alexander, 2010, “Urban Identity Policies in Berlin: From Critical Reconstruction to Reconstructing The Wall”, Cities, cilt:27, sayı:5, ss.348-357.

2. Yılmaz, Ahenk, 2014, “Cumhuriyet’ten Gündoğdu’ya: Yer’in Belleği ve Değişen Protesto Pratikleri”, Dosya 33, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, sayı:1, ss.52-59.

3. Debord, Guy, 1996, Gösteri Toplumu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

4. Daha fazla bilgi için connectedwalls.com/en/home [Erişim: 10.12.2014]

 

Bu icerik 7703 defa görüntülenmiştir.