GÜNCEL
Popülizm ve Katılımcılık: Türkiye’de Son Dönem Deneyimleri
Yiğit Acar, Dr. Öğretim Üyesi, Bilkent Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Çoğunlukla sağ siyasete özgü bir pratik sanılan popülizm, katılımcılık söylemi desteğiyle veya niteliksiz katılım süreçlerinin istenmeyen sonucu olarak da karşımıza çıkabiliyor. Yakın dönemde deneyimlediğimiz İstanbul Taksim ve Ankara Ulus meydan yarışmalarını inceleyen yazar, bu örnekler üzerinden Türkiye şehirciliğinde popülizm ve katılımcılık tartışmalarını gündeme taşıyor.
Popülizm ve katılımcılık kavramları günlük dil içinde, halihazırda yüklü kavramlar. Katılımcılık arzu edilen, olumlu bir kavram hissi yaratırken popülizm ise istenmeyen olumsuz bir kavram algısına sahiptir. Oysa siyaset bilimi içinde bu konuları farklı boyutlarıyla ele alan çalışmalar iki kavramın da bağlamsal olarak anlam kazandığını ortaya koyuyor. İki kavram da uygulama biçimlerine göre olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğurabiliyor. 2019 yılında yapılan yerel seçimlerle Türkiye’nin iki büyük metropolü İstanbul ve Ankara’nın değişen yönetimleri kent yönetiminde önceki yönetimlerden ayrışan yöntemler tercih edeceklerini zaten duyurmuşlardı. Saydamlık ve katılımcılık ekseninde şekillenen bu söylemlerin bazı durumlarda hızlı karar süreçleriyle istenmeyen ya da tartışmalı sonuçlar doğurduğuna tanık olduk. Katılımcılığın ve popülizmin detaylı tanımlarını son dönem Türkiye şehircilik bağlamıyla paralel bir biçimde okumak bize ilerleyen dönemlerde yapılacak uygulamalarla ilgili ışık tutacaktır.
POPÜLİZM VE KATILIMCILIK
Popülizm çalışmaları siyaset bilimi içinde başlı başına bir çalışma konusu olarak karşımıza çıkar. Popülizme ilişkin güncel bir bakış sıklıkla sağ siyasetin bir biçimi olarak algılanan popülist söylevlerin aslında demokrasinin doğal bir sonucu olduğu ve akıllarda yer ettiği halin ötesinde, farklı biçimlerde oluşabileceğini savunur.[1] Popülizm kavramı etrafındaki güncel tartışma büyük oranda popülizmi bir seyrek ideoloji biçimi olarak görür. Böylece tartışma popülizmin, demokrasinin doğal bir uzantısı olduğu; her demokratik sürecin popülizm üretmesinin doğal olduğu; sağ ve sol siyaset dışında liberal siyasetin seyrek merkezli bir ideoloji olarak ele alınabileceği; dolayısıyla popülizmin bazı biçimlerinin kabul görmenin ötesinde tercih edilebilir bir durum olduğu savı etrafında şekillenir. Stanley’in “Popülizmin Seyrek İdeolojisi” isimli çalışmasında çerçevesi çizilmiş olan, daha sonra Muddle ve Kaltwasser’in de yer yer katkıda bulunduğu bu görüş; sert eleştirileri de olan ama popülizmi daha geniş çerçevede ele almamıza imkân veren bir görüştür.[2]
Bildiğimiz anlamdaki popülizmin dışında popülist siyasetlere ilişkin en canlı örnek Latin Amerika’da yaşanan, Hugo Chavez ve Evo Morales yönetimlerinin uyguladığı radikal demokrasi programıdır. Mudde ve Kaltwasser, Chavez ve Morales’in yaklaşımını “kapsayıcı popülizm” olarak kavramlaştırarak gücü halka dağıtma iddiası ile yola çıkan siyasetçilerin de popülist siyaset ürettiğinden bahseder.[3] Kapsayıcı popülizm tanımı yaparken de bu yaklaşımın risklerinden bahseden Kaltwasser, daha sonra Maduro yönetimin ardından Latin Amerika tipi popülizmin nasıl zararlar verdiğini anlatacaktır.[4] Muğlaklıklar ve gri alanlarla dolu olan popülizm çalışmalarının geneline bakıldığında çoğunlukla ortaklaşılan üç gösterge karşımıza çıkar. Buna göre popülizm ayrıştırıcı bir dil kullanır; ikiliklere dayanır (halk ve elit aydın sınıf, halk ve sermaye sahipleri, ulus kimliği vb); çoğulculuğa karşıdır ve kurduğu ikilikler üzerinden birlik olma mesajı verir. Dünya siyaset sahnesinin neredeyse tamamını kapsayan bu geniş tanım sorasında herhalde siyaset bilimcilerin neden popülizmi demokrasinin doğal bir sonucu gibi görme eğilimi güttüğü netleşmiştir. Bilinçli uygulanan bir güç devşirme aracı olmanın ötesinde görece iyi niyetli politik eylemler de popülizmi doğurabilir. Kötü uygulanan yüzeysel katılımcılık uygulamaları bu duruma iyi bir örnek oluşturur.
Tıpkı popülizm gibi katılımcılıkla ilgili literatür de son derece kapsamlıdır. Katılımcılığın varlığı ve yokluğu üzerine kurulan ikiliktense katılımcılığın biçimi önem arz eder. Katılımcılığın biçimlerini inceleyen ve bunu sistemli bir çerçeveye oturtma çabası güden en bilinir çalışma herhalde Arnstein’in katılımcılık merdivenidir.[5] 1969 yılında yayınlanana çalışmada yazar farklı siyasi pratikler üzerinden katılımcılığın dereceleri üzerine bir çerçeve sunar. Bu çerçeve üç ana kategori ve bunların alt kategorilerinden oluşur. (Resim 1) En altta kalan “katılımcılık dışı” kategorisi, terapi ve manipülasyon başlıklarına ayrılır. Ardından “göstermelik katılım” (degree of tokenism) ise sanki katılımcılık varmış gibi bir algı üretmeye çabalayan durumları içerir; bilgilendirme, danışma ve sakinleştirme (placation) maddelerini içerir. Gerçek katılımcılık ise ortaklık, güç devri ve halk kontrolü durumlarında gerçekleşir. Arnstein bu kategoriyi “halkın güç kazanması” olarak isimlendirir. Katılımcılık merdiveni eski bir kavramsal çerçeve olmasına rağmen kendinden sonraki birçok çalışmayı beslemiş, halen günümüzde de anlamını koruyan bir çerçevedir. Çerçeveye kısaca baktıktan sonra bile Türkiye’de yerel yönetim deneyimleri ile ilgili birçok örnek kolayca bu tablo içinde konumlandırılabilir.
TÜRKİYE DENEYİMİ
Türkiye’nin katılımcılık deneyiminde Arnstein merdiveninin her basamağından örnekler bulmak mümkün. Son dönemde sosyal medyada çokça karşımıza çıkan “bilgilendirme” ve “danışma” tipi örnekler mevcuttur. Örneğin Kütahya’da, yapılmasına karar verilmiş bir yapının çok da farklı olmayan biçim alternatifleri halkın önüne bir anket biçiminde konulmuştur. (Resim 2) Bu örnek herhalde Arnstein’in tanımıyla “sözde katılımcılık” durumunun iyi bir temsilidir. Popülizm ve düşük nitelikli katılım süreçleri kamuoyunda genellikle sağ siyaset ile ilişkilendirilse de siyaset bilimi alanındaki çalışmalar bize bu iki durumun sağ yönetimlere özgü olmadığını açıkça anlatır. Popülist bir siyaset bazen bilinçli olarak tercih edilebildiği gibi bazen de iyi planlanmamış süreçler sonunda ortaya çıkabilir. Şeytanın avukatlığını yapmak gerekirse bilinçli bir biçimde uygulanan popülist siyasetlerin en azından bir amaca hizmet ettiğini ve popülizme karşı muhalefet için de net bir zemin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Son dönem şehircilik deneyimimizde bilinçsiz bir biçimde ortaya çıktığını düşünmek istediğimiz popülist uygulamalar da olmuştur.
Bu vakalardan ilki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin son dönemdeki çabaları ve özellikle Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması’dır. İBB yeni yönetimi göreve geldikten sonra kentin önemli kamusal alanlarında kentsel tasarım yarışmaları ile proje önerileri edinmek gibi bir strateji gütmüştür. Bu kapsamda düzenlenen 15 yarışmanın 4’ünde yarışma süreci çok aşamalı olarak ele alınmıştır. Problemin önemi sebebiyle en karmaşık planlanan yarışma süreci ise Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması olmuştur.
Yarışma süreci ve sonrasıyla ilgili pek çok görüş yazısı gerek Mimarlar Odası’nın yayınlarında gerekse başka platformlarda yer almıştır.[6] Son derece uzun süren bir kolokyum değerlendirmesi ise halen YouTube üzerinden erişilebilir biçimdedir.[7] Bu tartışmaların hülasasına baktığımızda katılımcılık biçimiyle ilgili eleştirilerin de dile getirildiğini görürüz. Özellikle sürecin sonunda seçimin halk önüne getirilerek katılımcılığın bir seçme sürecine indirgenmesi eleştirilmiştir. Yarışmayı düzenleyen kurumların temsilcileri ise bu eleştirilerden ve güncel tartışmalardan haberdar olduklarını aktarmış; esas niyetlerinin sergi, kolokyum, sempozyum, yayınlardan oluşan etkileşim biçimini çeşitlendiren ve katılım imkanlarını arttıran bir süreç oluşturmak olduğunu aktarmışlardır. Salgın dönemi sebebiyle sekteye uğrayan çalışmalarda, üç aşamalı bir seçimle sonuçlanan bir yarışma ve ardından merkezi hükümetin Gezi Parkı’nın mülkiyetini Vakıflar Müdürlüğü’ne devretmesiyle açmaza giren bir süreç ortaya çıkmıştır.[8]
Arkasındaki iyi niyetleri kenara bıraktığımızda, Taksim örneğinde katılımcılık süreçlerini bir seçme eylemine indirgeyen, bunu yaparken de uzman görüşünü hiçe saymasa bile değersizleştiren bir süreç karşımıza çıkar. Popülizmin ana göstergeleri olan ayrıştırıcı dil ve kutuplaştırma var olmasa bile tam anlamıyla çoğulcu olmayı başaramayan, katılımcılığın kapsamını ve niteliğini geliştiremeyen bu yarışmayla Türkiye mimarlık ve şehircilik ortamı için büyük bir fırsat kaçırılmıştır. Yarışma sürecinin hemen ardından gelişen merkez-yerel çatışması ile sürecin tıkanması ise biz her ne kadar idealler üzerinden tartışmaya çalışsak da reel politiğin dinamiklerinin bu ideallere yaklaşmayı ne kadar zorlaştırdığını hatırlatır.
Taksim örneğiyle benzer yoğunlukta bir diğer örnek ise Ankara Ulus Meydanı etrafında şekillenir. Birbirinden bağımsız ele alınamayacak bir yapılar grubu ve bu yapılarca tanımlanan Ulus meydanıyla ilgili tartışmaları hatırlamaya 1986 yılında yarışmayla kazanılan, kamuoyunda Bademli Planı olarak bilinen planla başlamakta fayda var. 1989 yılında yürürlüğe giren Ulus Tarihî Kent Merkezi Koruma Islah İmar Planı ile Atatük Bulvarı, Kale ve Hacıbayram etrafında şekillenen tarihî merkez içinde alt proje alanları tanımlanmış, bu alt proje alanlarının her birinin farklı yarışmalarla tasarlanması önerilmiştir. Hacıbayram çevresi, Keklik Sokak, Saraçlar bu bağlamda yapılmış uygulamalardır. 2005’te, Melih Gökçek yönetimi sırasında bu plan iptal edilmiştir.[9] Bu plansızlık içinde Gökçek yönetimi Ulus meydanına ilişkin; meydanın etrafındaki üç modern mimarlık örneğinin yıkılması, 1936 yılında yıkılmış olan Taşhan’ın bir rekonstrüksiyonunun üretilmesi, bulvar üzerinde trafiğin yer altına alınması ve büyük bir sert zemin alanın bir meydana dönüştürülmesi fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir daha sonra Mustafa Tuna yönetimince de bir seçim vaadi olarak dile getirilmiştir. Tuna yönetimin ardından göreve gelen yönetim ise devlette süreklilik düşüncesiyle bu planları uygulamaya devam etme eğiliminde oldu. Mimarlar Odası ile birçok meslek odası, sanat kolektifleri ve Kent Konseyi’nin çabaları; gerek hukuki mücadeleler gerek sivil toplum eylemleri, medya kampanyaları ve sanat etkinlikleriyle çağdaş şehircilik, koruma ve mimarlık ilkelerine aykırı bu fikrin birçok parçasının rafa kaldırılmasını kısmen sağladı.[10]
Meydan etrafında şekillenen bu tartışmalar içinde belki de en talihsiz konuma sahip yapı ise 100. Yıl Çarşısı’dır. Anafartalar Çarşısı’nın yıkım sürecinin yarıda kesilmesi, Ulus İşhanı’nın ise yıkılmamasının kabulüne karşın 100. Yıl Çarşısı ile ilgili süreç devam etmiştir. Hızlıca örgütlenen meslek odaları ve dernekler, yapının yıkımına karşı bir dizi argüman geliştirip düzenledikleri toplantılarda konuyla ilgili doğru yaklaşımın yine bir yarışmayla karar vermek olacağını dile getirmiştir.[11] Belediye yönetimince de kabul gören bu görüş sonunca 2022 yılında ilan edilen bir fikir yarışması süreci başlamış, yarışmaya 64 proje teslim edilmiştir. Yarışma şartnamesinde açık uçlu bırakılan yapıyı yıkma veya yıkmama kararına, katılımcıların çoğu yapının yıkılmadan yeniden işlevlendirilmesi yönünde fikirlerle katkıda bulunmuş; sonuçta da 3 eşdeğer ödül, 5 mansiyon ödülü ile yarışma sonlanmıştır. (Resim 3)
Bu noktaya kadar meslek odalarının görüşleri ve profesyonel katkılarla ilerleyen sürecin ardından ise 5 Temmuz 2022 tarihinde bir halk oylamasıyla Ankaralıların görüşüne başvurulmuştur. Alanın bir meydan olarak ele alınmasına ilişkin üretilmiş, geçmiş görselleri bir seçenek; yarışma sonucu elde edilmiş proje önerilerini de diğer seçenek olarak sunan bir anket vatandaşlara sunulmuştur. (Resim 4) Ağustos ayında sonuçlanan anket sonunda 28 bin 765 toplam oy içinden 19 bin 959 oy ile “yapının yıkılarak yerine bir meydan üretilmesi” yönünde bir görüş elde edilmiştir. Anket sürecinin yeterli bilgilendirme olmadan bir “çoktan seçmeli” soruya indirgenmesi, anketin hedef grup ve örneklem tanımı yapılmadan kontrolsüz bir biçimde yapılması, anket sürecine eşlik etmesi gerekli yayınların ve/ya toplantıların olmaması gibi uygulamaya yönelik eksiklikler, katılımcılığın niteliğini düşüren somut göstergeler olarak karşımıza çıkar. Şehircilik literatüründe on yıllardır farklı vakalarla tartışılan, ilgili kavramların ve yöntemlerin büyük bir netlik içinde ortaya konulduğu bir konu olan “katılımcılık” hususunda bu kadar temel yöntem hataları yapılmaması beklenir.
Bu tartışmalı anket uygulaması sonrasında Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma (ÇEKÜL) Vakfı Ankara Temsilciliği, DOCOMOMO Türkiye Ulusal Çalışma Grubu, ICOMOS Türkiye Milli Komitesi, Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği (KORDER), Mimarlar Derneği 1927, Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi ve Türk Serbest Mimarlar Derneği, bir ortak bildiriyle kaygılarını dile getirmiştir.[12] Ayrıca başka sivil inisiyatifler de 100. Yıl Çarşısı’nı koruyabilmek için eylemler yapmıştır. (Resim 5) Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bu aşamada nasıl bir tavır izleyeceği kritik öneme sahiptir.
Popülizm ve katılımcılık kavramlarına dönecek olursak 100. Yıl Çarşısı örneğinde popülizmin göstergeleri (ayrıştırıcı dil, bir gruba karşı halk, bütünleştirici anlatı vb) net olarak bulunmamaktadır. Yine de birçok meslek insanın gönüllü katkılarıyla belli bir olgunluğa ulaşmış bir tartışmayı anket sonucuyla geçersiz hale getirmek, meslek insanlarının görüşünü oylamayla hiçe saymak olarak yorumlanabilir. Anket etrafında şekillenen süreç ise katılımcılık yöntemleri açısından değerlendirildiğinde niteliksiz bir katılım örneği olarak karşımıza çıkar. Eğer belediye başka katılım modelleri yoluyla kentlileri bu konuda bir araya getirmenin yollarını aramadan, doğrudan anketin sonuçlarını takip etmeyi seçerse süreci bir popülist siyaset ve niteliksiz bir katılımcılık örneği haline getireceğini söyleyebiliriz. Bahsi geçen bu ilk senaryonun gerçekleşmesi halinde meslek insanlarının görüşü halka tarafından hiçe sayılmış olacaktır. Halkın ise önüne sadece kısıtlı seçenekler ve bilgi sunulmuş olacağı için neticede katılımcılık süreci sahte bir katılıma indirgenmiş olacaktır.
SONUÇ YERİNE
Kısıtlı bir görüş yazısının imkan verdiği oranda katılımcılık - popülizm ilişkisini yakın dönem Türkiye örnekleriyle açmaya çalıştık. Metnin başında da belirtildiği gibi popülizm, salt sağ siyasete özgü değil; sol siyasetin de özellikle katılımcılık söylevleriyle destekleyerek kullanabildiği bir siyasi pratiktir. Bunun da ötesinde popülizm bazen niteliksiz katılım süreçleri sonunda kendiliğinden de ortaya çıkabilmektedir. İstenmeyen sonuçların doğmasını engellemenin yolu olarak ise reel politiğin dayattığı kısa erimli siyasi hareketler yerine katılımcılık ideallerine mümkün olduğunca yaklaşmaya çalışan süreçler yürütmek gerekir.
NOTLAR
[1] Müller, Jan-Werner, 2016, What Is Populism?, University of Pennsylvania Press, Philadelphia. Mudde, Cas; Kaltwasser, Cristóbal Rovira; 2018, “Studying Populism in Comparative Perspective: Reflections on the Contemporary and Future Research Agenda”, Comparative Political Studies, cilt:51, sayı:13, ss.1667-1693.
[2]
Schroeder, Ralph, 2020, “The Dangerous Myth of Populism as a Thin Ideology”,
Populism, cilt:3, sayı:1, ss.13-28. Stanley, Ben, 2008, “The thin ideology of populism”,
Journal of Political Ideologies, cilt:13, sayı:1, ss.95-110.
[3] Mudde, Cas; Kaltwasser, Cristóbal Rovira, 2013, “Exclusionary vs. Inclusionary Populism: Comparing Contemporary Europe and Latin America”, Government and Opposition, cilt:48, sayı:2, ss.147-174.
[4] Kaltwasser, Cristóbal Rovira, 2018, “Latin America: Beyond Maduro”, IPS Journal, https://www.ips-journal.eu/regions/latin-america/beyond-maduro-3031/ [Erişim: 16.09.2022].
[5] Arnstein, Sherry R., 1969, “A Ladder Of Citizen Participation”, Journal of the American Planning Association, cilt:35, sayı:4, ss.216-224.
[6] Bunlardan bazıları için bkz: Taşdemir, Meryem, 2020, “Taksim Meydanı Göstermelik Bir Katılımla Planlanabilir mi?”, Arkitera, https://www.arkitera.com/gorus/taksim-meydani-gostermelik-bir-katilimla-planlanabilir-mi/ [Erişim: 16.09.2022]. Yırtıcı, Hakkı, 2020, “Taksim Yarışması’nın söyledikleri ve söy(leye)medikleri…”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/taksim-yarismasinin-soyledikleri-ve-soyleyemedikleri-makale-1500030 [Erişim: 16.09.2022]. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, 2020, “Taksim Meydanı Yarışma Sürecine ve Sonrasına İlişkin Zorunlu Açıklama”, http://www.mimarist.org/taksim-meydani-yarisma-surecine-ve-sonrasina-iliskin-zorunlu-aciklama/ [Erişim: 16.09.2022]. Bayrak, Metin V., 2020, “Taksim Meydanı ya da Prometheus’un Ciğeri”, Birgün, https://www.birgun.net/haber/taksim-meydani-ya-da-prometheus-un-cigeri-322112 [Erişim: 16.09.2022]. Çalışkan, Olgu, 2021, “Taksim’in Ardından: Eleştirinin Eleştirisi [Ya Da ‘Ağaç-Hürriyet İkilemi’ Üzerine]”, Arkitera, https://www.arkitera.com/gorus/taksimin-ardindan-elestirinin-elestirisi-ya-da-agac-hurriyet-ikilemi-uzerine/ [Erişim: 16.09.2022].
[7] Konkur Istanbul, 2020, “Taksim Kentsel Tasarım Yarışması Kolokyumu”, YouTube, https://www.youtube.com/watch?v=7ajR35ukWe4 [Erişim: 16.09.2022].
[8] “Gezi Parkı’nın mülkiyeti İBB’den alınarak Sultan Beyazıt Vakfı’na devredildi”, 2021, Cumhuriyet Gazetesi, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/gezi-parkinin-mulkiyeti-ibbden-alinarak-sultan-beyazit-hani-veli-hazretleri-vakfina-devredildi-1821793 [Erişim: 16.09.2022].
[9] Günay, Baykan, 2005, “1/1000 ölçekli Ulus Tarihi Kent Merkezi Koruma Islah İmar Planı’na İlişkin Açıklamalar”, Arkitera, https://v3.arkitera.com/v1/gundem/ulus/yazi3.htm [Erişim: 16.09.2022].
[10] Süreçle ilgili detaylı bilgi Mimarlık dergisinde bulunabilir.
[11] Bu süreci detaylı biçimde anlatan bir metin için bkz: Ayhan Koçyiğit, Elif Selena; Etyemez Çıplak, Leyla; Acar, Yiğit; 2020, “100. Yıl Çarşısı Koruma - Yıkım Tartışmaları ve Ulus Tarihî Kent Merkezine Bütüncül Yaklaşım Önerisi”, Mimarlık, sayı:415, http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=430&RecID=5126 [Erişim: 16.09.2022].
[12]
“Ulus 100. Yıl Çarşısı Korunmalıdır”, http://www.mimarlarodasiankara.org/
index.php?Did=12499, [Erişim: 20.09.2022]
Bu icerik 1887 defa görüntülenmiştir.