MİMARLIK KURAMI
Karanlık Turizmin Söylemi Bitmeyen Hafıza ve Anma Mekânları
Özge Gündem, Dr. Öğretim Üyesi, MSGSÜ Mimarlık Bölümü
Ziyaretçilerinde olumsuz hisler uyandıran bir hafıza / anma etkinliği olarak “karanlık turizm” özellikle II. Dünya Savaşı sonrası kültür sektöründe önemli bir yer kazandı. Konunun kuramsal altlığı ve deneyimsel örneklerini ortaya seren yazar, mekân ve söylem üzerinden kışkırtıcı spekülasyonlarda bulunuyor.
Türkçede genellikle “hüzün turizmi” olarak adlandırılan “karanlık turizm” kavramı, akademik literatüre Foley ve Lennon tarafından 1996’da kazandırılmıştır.[1] Kavram, hafıza ve anma mekânlarının birer eğlence aracına dönüştürülerek temel motivasyonu ölüm veya trajedi olan yerlerin insanlar tarafından ziyaret edilmesine yönelik bir aktiviteyi temsil eder. Seaton bu kavramı “ölümle gerçek ya da sembolik olarak buluşma isteğine bağlı seyahat” olarak tanımlar.[2] Rojek ve Urry ise ölüm, keder, soykırım, savaş turizmi gibi farklı terimlerle alt başlıklara ayrılan karanlık turizm alanlarının son yıllarda daha sık uğranan duraklar olduğuna dikkat çeker.[3] Kılıç ve Akyurt, insanların, gerçekleşen olaylardaki yaşananlarla özdeşleşmek, o anı yeniden yaşamak veya olaylardaki kahramanlarla aynı duyguları paylaşabilmek gibi amaçlarla bu kavrama ilgi gösterdiğini “katarsis” örneği üzerinden belirtir.[4] Karanlık turizme alet edilen mekânların / yerlerin deneyimlenme analizini söylem, bellek ve hatırlama eylemi üzerinden değerlendirmek daha doğru olacaktır. Tüketicilerin turistlerden oluştuğu bir pazarlama sektöründe eğlence / merak odağına acıyı dahil etme fikrinin temelinde elbette ticari bir çıkar vardır. Ancak insanların mekâna yaklaşımındaki farklı davranış biçimlerinin yine insanlar tarafından eleştirilmesi son derece önemlidir.
Söylem bir ifade biçimidir. Düşünce ise bağ / iletişim kurma gereksiniminden doğar. Bu kabullerle, düşüncenin kendi biçimini dil aracılığıyla eyleme dökerek yapısallaştırdığı söylenebilir. Söylem bireysel, toplumsal, politik hatta hegemonik ideolojiler için kullanılan sosyal bir yapıdır. Foucaultcu söylem analizi disiplininde “kodlanmış dil kullanımları”, “salt sözlü birim” gibi farklı tanımlamaları olan söylem, bir temsil olarak kabul edilir.[5] Burada doğru ya da yanlış ifadeler üretmemize imkan veren bir olasılıklar sisteminde söylemin “lojik” değeri üzerine vurgu yapılmaktadır. Van Dijk’e göre söylem ve bağlam arasındaki ilişki, söylemin anlaşılmasıyla oluşur.[6] Foucault’a göre ise bireylerin farklılığı, söylemlerinin de farklılığını doğurur ve mimari bilginin üretilmesinde söylem önemli bir araçtır.[7] Léopold Lambert da Foucault’un, mimarinin sahip olduğu iktidarı hafife aldığı yolundaki paradoksal olguya dikkat çeker.[8] Söylem üzerinden yola çıkarsak anlatıcı ve dinleyici arasındaki diyaloğun mekân aracılığıyla sessiz bir söyleme dönüşmesi eylemi, mimarlığın en güçlü kozlarından biridir. Jeremy ve Samuel Bentham kardeşlerin 1785’te ilk versiyonunu tasarladıkları Panoptikon modeli, gözetleyicinin görünmeden her şeyi görebildiği ve insanların her an gözetlendiklerini düşünerek davranışlarını sınırlandırdıkları bir iktidar ütopyasıdır. (Resim 1) Mekânın oluşturacağı “sürekli tedirginlik” hissiyatı, sessiz bir söylemdir. Bu bağlamda, özgürlüğü kısıtlanacak olan kullanıcılar kendilerini normalleştirme çabası içine girecektir. Buradaki temel fikir mimarlık ve “erk”in, toplumsal dengelerin disipline edilmesi amacıyla iş birliği sağlaması ve öz denetimi mekân aracılığıyla bir sembol haline getirmesidir.
Mekânın dilini oluşturan öğelerin bütünü mimarlık nesnesini doğurur. Zevi, Giedion, Schulz, Harvey, Lefebvre vb kuramcılar farklı yaklaşımlarla mekânı tanımladıkça eytişim (diyalektik) artar. Joedicke mekânın, öğeler arasında art arda algılanan ilişkilerin toplamı olduğunu ve bu öğeler yok / eksik veya algılanamaz boyutta ise mekânın üst ve alt sınırlarının boşluk / cisim üzerinden çizilmesi gerektiğini savunur.[9] Lefebvre’in üçlü diyalektiği, Schulz’un mekân algısı ya da Harvey’nin boyut nitelendirmesi gibi çalışmalar mekân ve algı ilişkisi üzerinden bizleri farklı mekân türlerini sınıflandırmaya ve farklı bilişsel yaklaşımları incelemeye iter. Lynch mekânın okunabilirliğini, insanın mekânla kurduğu ilişkiyi oluşturan niteliklerden biri olarak tanımlayarak zihin haritalarının kullanıcı belleğindeki önemini ve algının öznelliğini vurgular.[10] Varoluşsal mekân tam da bu öznellikten doğar ve hafızada mekân ile kurulan bağ / deneyim doğrultusunda kodlanır. Duyu ve bilgiye bağlı olarak sınıflandırılan algı kavramı, mekânsal algı söz konusu olduğunda nesnel hacimlerle duyguların öznelleştiği / kesiştiği bir imgelem haline dönüşür. Bellek, çağlar boyunca “topos” metaforu üzerinden anlamlaştırılan bir olgudur.[11] Aristoteles’in her deneyimin bellekte bir imge bıraktığı savı ya da Freud’un insan zihninin algı, bilinç ve bilinçaltı düzeylerinde anıyı nasıl oluşturduğuna dair yaptığı deneyler ve günümüzde analog kültür araçlarının yaygınlaşması, belleğin metaforik dönüşüm sürecini özetler.[12] Hatırlama sürecinin işleyişi psikolojide kodlama, depolama ve geri çağırma olarak sıralanırken geçmiş deneyimleri canlandırmak / anmak adına insan beyni kişisel, toplumsal, kentsel, mekânsal gibi türlerde hafıza depoları oluşturur. (Resim 2)
Endel Tulving hafızayı kişisel deneyimler ve öğretilen bilgiler doğrultusunda “epizodik” ve “semantik” olmak üzere ayırmış ve birbirinden bağımsız olarak değerlendirmiştir.[13] Bellek, sosyal / kültürel çevre ve toplumsal kimlik etkisiyle şekillendiği için epizodik ve semantik bilgiler hafızada biçimlenirken birbirlerini etkiler ve birbirleriyle ilişkilidir.[14] Hatırlama eylemini mekân üzerinden kuran bellek metaforu “ars memoria” antik dönemden 18. yüzyıla kadar etkisini sürdürmüştür. Keoslu Simonides’in hatırlama eylemini De Oratore adlı kitabında konu alan Çiçero, hatırlanmak istenen şeyleri zihinde imgelere dönüştürüp bir “yer”e yerleştirme sayesinde hafızanın güçlendirilmesinin sağlanabileceği sonucunu çıkartmıştır.[15] Geçmişi anımsatan hafıza mekânlarının çoğu, mevcudiyet, yok oluş ya da tahribat üzerinden oluşur. Hafıza, toplumsal hatıraları mimarlık veya kentsel coğrafyadaki boşluk / yer sayesinde canlandırır. Hafızanın mekânla kurduğu diyalog günümüzde bireysel belleğin kolektif belleğe dönüşümü kuramıyla kuvvetlenir.[16]
Ölümü / acıyı unutturmamak adına inşa edilen mekânlar, geçmiş deneyimleri geleceğe aktarma misyonunu taşır. Harabiyetini koruyan, savaşlarda zarar gören, toplumsal travmayı hatırlatan bazı yapılar ise özellikle yenileme / yıkım işlemlerine tabi tutulmadan mevcudiyetlerini sürdürür. Anma mekânı olarak da tanımlayabileceğimiz bu yapılar, toplumsal hassasiyete dikkat çeker ve mekân üzerinden doğan bir dayanışma yaratır. Anma mekânları hafıza mekânlarına dahil iken her hafıza mekânının acıyı simgelediği söylenemez. Zafer, bayram vb kutlamaları simgeleyen mimari yapılar ile soyut yerler de anma, hatırlama veya kutlama eylemini tetikler. Ulusal kimlik kavramının bütünleştirici etkisi, ideolojileri mimarlık üzerinden vurgular. Anıtlar, anma eylemi için tasarlanan hafıza mekânlarıdır. Çalışmada bahsi geçen harabe halindeki mevcut yapılar ve ölümü çağrıştıran yerler ise sembolik birer uyarıcı olarak kullanıcıları çoğu zaman empati geliştirme aracılığıyla anma eylemine yönlendirir. Hafıza ve anma mekânlarının “hatırlanan veya anma eylemiyle bağdaşan mekânlar” haline dönüşmelerindeki işleyiş süreci, bilginin edinildiği an ile başlar. (Resim 3) Mekânı deneyimleyen kullanıcı, mekânın kendisinde oluşturduğu algı veya duyguları mevcut bellek bilgisi ile kıyaslar ve yeniler. Hafıza ve anma mekânlarının zihinde yer edinmesi için fiilen ziyaret edilmesi gerekmez. Yazılı ve görsel kaynaklar da imgeler aracılığıyla benzer empati / muhakeme kurma eylemini çoğu zaman yaratır. Toplumsal travmalar, yönetimler tarafından kolektif siyasete alet edilse de mekânın algılanması bireysel bir eylem olduğu için kontrol edilebilir bir mekanizma değildir.
HAFIZA VE ANMA MEKÂNLARININ SESSİZ SÖYLEMLERİ
1975-79 yılları arasında Kamboçya yönetimini ele geçiren radikal komünist Kızıl Kmerler, Angkor İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma hayaliyle “köylü devlet modeli” yolunda ilerlemiştir. Dr. Ka Sunbaunat, Kızıl Kmerlerin yaptığı işkence ve infazlar sonrası hayatta kalanların travmalarını iyileştirmeye çalışırken "ölüm tarlaları” sendromunu psikiyatri literatürüne kazandırmıştır.[17] Pol Pot önderliğindeki bu rejim süresince katledilen 1,5 milyondan fazla insan ülkenin çeşitli yerlerinde oluşturulan toplu mezarlara atılmıştır. 1976’da başkent Phnom Penh’de, S21 adı verilen Tuol Svay Prey Lisesi “güvenlik bürosu” adı altında hücreler ve darağacı dahil bir hapishaneye dönüştürülmüştür. Bu mekân, günümüzde Tuol Svay Soykırım Müzesi’nin bir parçasıdır. Her tutuklunun bir numarayla kimliklendirildiği binada rejim sırasında fotoğrafçılık yapan Nhem Ein’in bıraktığı binlerce orijinal fotoğraf negatifini, Douglas Niven ve Chris Riley 1997 yılında keşfetmiş ve bir kısmını yayımlamıştır. Yayımlanan bu fotoğraflar, yaşanan vahşeti, birinci elden tecrübe etmeyenler için de belleklere kazımaktadır. (Resim 4, 5) 14 binden fazla insanın katledildiği ve içerisinden sadece 7 kişinin canlı çıkabildiği bina, Kamboçya tarihinin parçası haline gelmiştir. Mimari kimliğini bir zamanlar çocukların koşturup oynadığı okul fonksiyonundan alarak bir hafıza / anma mekânına dönüştürmüştür. Yapının sessiz söylemi, faşizm, komünizm, diktatörlük ve gerilla teşkilatlarına karşı olan direnişi çağrıştırmaktadır.
80’li yıllarda dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri sayılan Kolombiya’daki Medellin[18] ise hafıza mekânlarının insan beyninde bir imge yerine bir isimle özdeşleştirilmesinin en iyi örneklerindendir. Uyuşturucu kartellerinin meşhur baronu Pablo Escobar ile tanınan kentte özellikle Comuna 13 mahallesi, hafıza mekânları arasında mimari hacimden sınırları daha geniş olan “yer”e dönüşmüştür. Çeteler, hükümet, paramiliter gruplar, uyuşturucu kaçakçıları ve gerillalar, Escobar’ın ölümüne kadar (1993) yıllarca bölgenin kontrolünü ele geçirmek için birbirleriyle çatışmıştır. Mahallede yüzlerce insan kaybolmuş, kurşunlanmış ya da işkence görerek öldürülmüştür. Karanlık turizm sektörü tam da bu noktada insanları travmalı mekânlara eğlence ve seyahat amacı ile yönlendirdiği için etik ilkelere uygunsuzluğu açısından eleştirilmektedir. Kimileri geçmişin bu bahane ile insanlara hatırlatılması ve bu sayede empati kurabilmelerinin önemli olduğunu savunsa da ölümü çağrıştıran hafıza mekânlarında ikamet eden insanların ziyaretçilerden beklentileri “saygı duyma” eylemidir. Comuna 13, Jaime Lerner’in “kentsel akupunktur” tanımlamasında işaret ettiği dört ana nokta[19] gözetilerek 2000’li yıllardan itibaren kentsel bir dönüşümden geçmiştir. Hâlâ fakir bir mahalle olsa da şiddet eyleminden sıyrılmıştır. Burada “yer”in kullanıcılarla kurduğu diyalog, uyuşturucu ve şiddet dolu geçmişine rağmen sokak duvarlarındaki barış ve sevgi temalı iyimser grafitiler üzerinden yürüyerek geçmişi anımsatmaya devam eder. (Resim 6)
Nükleer savaş ya da faciaların etkilediği ve mecburen terk edilen bölgelerin hayalet şehirlere dönüşmesi sonucunda ortaya çıkan görsel imgelerin tanıma belleğinde yarattığı duygusal uyarımlar oldukça patetiktir. Fotoğrafçıların yasak bölgelere girerek Hiroşima, Çernobil ya da Fukushima gibi şehirlerdeki sessizlik, yıkım, terk edilmişlik benzeri hissiyatları mekân üzerinden vurgulamaları, bu kentleri hafıza mekânına dahil eder. İnsanlarda anma eyleminden ziyade korku ve endişe yaratan bu görseller, özellikle neşeyi simgeleyen lunaparklar / çocuk oyun alanları üzerinden dramatize edilerek vurgulanır. Mutluluğu sembolize eden mekânların bilişsel hafızada karşıtlık yaratması, fotoğraf sanatı aracılığıyla nükleer enerji çalışmalarının tehlikesini belleklere kodlar. Hayalet şehirlerin söylemi tüm dünyaya verilen bir mesajdır: Bir zamanlar üzerinde nefes alınan ve yaşanılan yerler, insanoğlu nedeniyle ansızın terk edilip çürümeye yüz tutabilir. (Resim 7, 8)
Günümüz toplumlarının belleğinde hafıza ve anma mekânlarının oluşması konusunda yakın geçmişte yaşanan II. Dünya Savaşı’nın etkisi büyüktür. Bombalanan ve tahrip edilen yapı kalıntılarının çoğu korunarak doğal birer anıt haline getirilmiştir. 1944’te Alman işgali altında çocuklar ve yaşlılar dahil 642 kişinin ateşe verilerek katledildiği Oradour-sur-Glane köyünden (Fransa) geriye kalanlar koruma altına alınarak ziyarete açılmıştır. Ancak şehitlerin anısına ziyaret boyunca sessiz olma şartıyla… Burada mekânı deneyimleyen kullanıcılardan geçmişe saygı duyulmasının özellikle istenmesi eylemi, köyün tamamının bir anıt bölge ve hatta sembolik bir mezarlık olarak belleğe işlenmesini sağlamaktadır. Köyün her girişine yerleştirilen, üzerinde HATIRLA yazan tabelalar ise toplamda 38,16 km² bir yerleşkenin dış dünyayla tek diyalogunun, yalnızca bir kelime ile net olarak ifade edildiğinin göstergesidir. Berlin şehrindeki Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi, Hiroşima Barış Anıtı, Hamburg’daki Aziz Nikolai Kilisesi, savaşta zarar gören ve fonksiyon değiştirerek anıt / anma mekânı haline dönüştürülen simgesel mimari öğelere örnektir. Eylül 2011’deki terör saldırısında büyük zarar gören New York Dünya Ticaret Merkezi yenileme projesinde yıkılan ikiz kulelerin bulunduğu yerlere, eski yapıların ayak izlerini sembolize edecek şekilde iki şelale havuzu yerleştirilmesi ve burada hayatını kaybeden insanların adlarının geceleri ışıklandırılarak anılması, “yer”in hem hafıza hem de anma mekânı olmasını sağlamıştır.
İsrailli sanatçı Shahak Shapira II. Dünya Savaşı sırasında katledilen Yahudilere adanan ve Peter Eisenman’ın tasarladığı Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı’na ilişkin bir eleştiri geliştirmiştir. Anıtı ziyaret eden kullanıcıların mekânda çektikleri ve sosyal medya hesaplarında paylaştıkları fotoğrafları, insanlık tarihinin geçmişine saygısızlık olarak addetmektedir. YOLOcaust adını verdiği çalışmasıyla (2017) holokostun bir anma mekânına dönüşerek anma eylemi ve saygı gerektirdiğini savunan sanatçının, karanlık turizme hizmet eden işleyişi kınama şekli oldukça etkilidir. (Resim 9) Aslında temsili olarak yüzlerce cesedin üzerinde poz verdiğini asla düşünemeyen insanları bilinçlendirmek üzere yapılan bu kolajlar, hafıza ve anma mekânlarının günümüzde aynı zamanda popüler kültürün bir parçası olduğunu ve gereken hassasiyeti görmediğini göstermektedir. Yine de sanatçının kullandığı 12 fotoğrafın sahiplerinin hepsinin özür dileyerek fotoğrafları paylaştıkları mecralardan silmeleri, sanatın söylem gücünün insanları mimariye olmasa da mekânın “Hatırla!” söylemine saygı duymaya yöneltebileceğinin bir göstergesidir.
Seaton’un turistik objenin mabetleşme aşamalarından biri olarak saydığı sınırlama ve yükseltme eylemi savaş alanlarında asla son bulmadığından, milliyetçi duygular mekânı kutsallaştırmaya devam eder.[20] Türkiye’deki hafıza ve anma mekânlarının en çok savaş üzerinden içselleştirildiği söylenebilir. Çanakkale Boğazı gibi geniş bir “yer” veya hezimete rağmen destansı bir biçimde kahramanca ölen askerlerin anısına kavramsallaştırılarak mezar ve anıtların inşa edildiği Sarıkamış örnekleri, anma eylemini ulusal bir biçimde teşvik eder. 1993 yılında Sivas’taki Pir Sultan Abdal şenliklerine katılan 35 kişinin yakılarak linç edildiği Madımak Oteli’nin günümüzde bilim ve kültür müzesi fonksiyonu ile yeniden işlevlendirilmesi de oldukça manidardır. Utanç müzesi olması talebi kabul edilmeyen bu simgesel mekânda hatırlatma eylemi, saldırıda hayatını kaybeden kişilerin isimlerinin saldırganlarla (!) birlikte yer aldığı bir anma duvarıyla sağlanmıştır. Aynı katta bir çocuk kütüphanesi bulunması, geçmişte yaşanan utanç verici olaylarla yüzleşmeyi güncel politikalar doğrultusunda reddetmek veya hatırlatma eylemininin “unutturma” eylemine dönüştürülme çabası olarak yorumlanabilir. Alili’ye göre karanlık turizmin “turistik bir ürün” olabilmesi için gerekli unsurlar arasında suçluların kurbanlardan kolayca ayırt edilebilir olması gerekmektedir.[21] Bunu sağlayamayan ve anma eylemi odaklı bir ziyaret noktası olmaktan çıkan yapı, yeni kamusal kimliğiyle durumdan habersiz insanlar için ne yazık ki herhangi bir mekân olarak önemsizleştirilmiş durumdadır.
DEĞERLENDİRME
Bu çalışma hafıza ve anma mekânlarının toplumsal dayanışmayı sağlayan sessiz söylemleri üzerinden, zihin haritalarımızda oluşan kodlama / hatırlama eyleminin nasıl oluştuğu konu edilmiştir. Bu mekânların karanlık turizm sektörünün popüler durakları haline gelmesiyle gelişen süreçte edindikleri yeni kimliklerin değersizleştirilmesine odaklanmıştır. Bahsi geçen “yer” ve “boşluk” tanımları, sınırlandırılmış hacimlerin dışında daha geniş alanları kapsamış; “mekân” ise işlevi olan yapıları ele almıştır. Savaş, soykırım, terör saldırısı, doğal afet ya da insan eliyle oluşturulan faciaların sonunda ortaya çıkan tarihsel bilgi, toplumsal düzenin gerektirdiği adet ve inanışlar doğrultusunda bazı eylemlerin gerçekleştirilmesini ve sürdürülmesini sağlar. Buna göre binadan mahalleye, mahalleden köye, köyden şehre genişleyebilen farklı fonksiyonlardaki mimari ve kentsel hacimlerin her biri o çevrede kendiliğinden hafıza veya anma mekânı haline dönüşebilir. Elbette bu dönüşüm her mekânın içinde bulunduğu toplumun yaşanmışlıkları ve beklentilerine göre değişkenlik gösterir. Dünyanın farklı coğrafyalarında karşımıza çıkan bu mekânlar, geçmişin tecrübelerini geleceğe aktarmak, unutturmamak gibi mesajlarla ziyaretçilere sessiz söylemlerde bulunur. Mekân üzerinden empati kurma ve global bir fikir birlikteliği oluşturma misyonlarını da taşırlar. Bu da soyut değerlerin ölümsüzleştirilmesi ve unutma diyalektiğine karşıt bir diyalog olarak yorumlanabilir. Ölüm ile kutsallaştırma, kayıp hayatların temsiliyetinin mekân üzerinden kavramsallaştırılmasını sağlar. Tarih ise hafıza ve anma mekânlarında mimari bir yenileme çalışması yapılmaksızın kendi diyaloğunu oluşturur. Mekâna / yere sonradan müdahale etmek ancak mevcut etkinin daha belirgin olarak vurgulanmasına yardımcı olur.
Mekânın “esas” kimliğini oluştururken geçirdiği dönüşüm kimi zaman palimpsest bir biçimde sonlanabilir. Örneğin çalışmada değerlendirilen S21 binasının fonksiyonu liseden hapishaneye, ardından müzeye dönüşerek zaman içerisinde katmanlı bir kavramsal yolculuk geçirmiştir. Mimarlığın dürtüsü geçmişi hatırlatırken hafıza mekânlarının kullanıcılara geçmiş ve şimdi arasında bir alacakaranlık “an”ı yaşatması, tarih ve bellek ilişkisinin yansımasıdır. Karanlık turizmin etkisiyle insanlar gündelik hayatın içerisinde farklı sosyal ve kültürel çevrelerden gelerek travmalı mekânları ziyaret eder. Toplum algısında hafıza ve anma mekânına dönüşen yerlerin her daim güncel / yerel politikalar ya da inanışlar doğrultusunda empatiyle algılanmadığı da açıkça ortadadır. Mekânsal algı kişiye özel olmakla birlikte son derece değişkendir. Ama kolektif belleği oluşturan kurallar, hafıza ve anma mekânlarına saygı duyma eylemini oluşturmalıdır. Geçmişteki olayların mimarlık ve kent üzerinden temsil edilme biçimleri, insanların bireysel yorumlamalarına bırakılır. Foucalt’nun analizinde olduğu gibi yapıların / yerlerin yaşanmışlıkları, farklı söylemleri mekân üzerinden doğurur. Panoptikon modelinin yarattığı rahatsız edici duyguların bir benzeri, karanlık turizm destinasyonlarında kullanıcıların çoğu tarafından farklı biçimlerde de olsa hissedilmelidir. Hafıza ve anma mekânlarında temsili bir söylem ya da diyalog algılayamayan kişilerin empati kurma yeteneğinden yoksun olduğunu söylemek oldukça iddialı olacaktır. O nedenle bunu “mekân ile ilişki kuramamak” olarak adlandırmak daha doğrudur. Bu yapıların kimliğini yozlaştırarak ticari çıkarlara alet eden ve kanonik gerçekliğinden uzaklaştıran karanlık turizm, kültür turizminin oluşturduğu olumlamaları kapitalist bir metalaşmaya dönüştürerek mekânsal kimliği önemsizleştirir. Sömürü ve keşif arasında bir yerde sıkışan karanlık turizm acının alegorizmini mekân üzerinden okumaya çalışırken toplum, mekân, kültür ve savaş hafızası gibi tüm kavramların aidiyetine ters bir metafor yaratır. “Ototelik” bir deneyim olarak da değerlendirebileceğimiz bu faaliyet, sosyokültürel dejenerasyon ve değer değişimlerinin insanları getirdiği noktada hafıza ve anma mekanlarının soyut değerlerine zarar vermektedir. Bu nedenle karanlık turizm destinasyonlarında “hatırlatma” eylemi bir kolektif bellek önlem aracı olarak kullanılmalı ve mekânın tarihine, diline, söylemine saygı duymayı şart koşmalıdır.
* Kaynak belirtilmeyen görseller yazara aittir.
NOTLAR
[1] Foley, Malcolm; Lennon, J. John, 1996, “JFK and Dark Tourism: A Fascination with Assassination”, International Journal of Heritage Studies, cilt:2, sayı:4, ss.198-211.
[2] Seaton, Tony, 1996, “From Thanatopsis to Thana Tourism: Guided by the Dark”, Journal of International Heritage Studies, cilt:2, sayı:2, ss.234-244.
[3] Rojek, Chris; Urry, John, 1997, Touring Cultures: Transformations of Travel and Theory, Routledge, Londra.
[4] Kılıç, Burhan; Akyurt, Hande, 2011, “Destinasyon İmajı Oluşturmada Hüzün Turizmi: Afyonkarahisar ve Başkomutan Tarihi Milli Parkı”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt:10, sayı:1, ss.209-232.
[5] Elbirlik, Tolga; Karabulut, Ferhat, 2015, “Söylem Kuramları: Bir Sınıflandırma Çalışması”, Dil Araştırmaları, cilt:9, sayı:17, ss.31-50.
[6] Lambert, Léopold, 2013, “Foucault and Architecture: The Encounter that Never Was”, Foucault, Funambulist Pamphlets, cilt:2, Punctum Books, Brooklyn, NY.
[7] Lambert, 2013.
[8] Lambert, 2013.
[9] Joedicke, Jurgen, 1968, Bir Mimari Mekân Kuramına Giriş ve Aynı Zamanda Mimarinin Durumunun Saptanması İçin Deneme, (çev.) Attila Arpat, İTÜ Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Matbaası, İstanbul.
[10] Bkz: Lynch, Kevin, 2011, Kent İmgesi, (çev.) İrem Başaran, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
[11] Parmaksız Yelsalı, Pınar Melis, 2019, "Belleğin Mekânından Mekânın Belleğine: Kavramsal Bir Tartışma", Ankara Üniversitesi İlef Dergisi, cilt:6, sayı:1, ss.7-26.
[12] Parmaksız Yelsalı, 2019.
[13] Tulving, Endel, 1972, “ Episodic and Semantic Memory”, Organization of Memory, Academic Press, New York.
[14] Williams, Helen; Cohen, Gillian; Conway, Martin, 2008, “Autobiographical Memory”, Memory in the Real World, (ed.) Gillian Cohen, Martin A. Conway, Psychology Press, New York.
[15] Draaisma, Douwe, 2007, “Memoria: Yazı Olarak Bellek”, Bellek Metaforları, Zihinle İlgili Fikirlerin Tarihi, (çev.) Gürol Koca, Metis Yayınları, İstanbul.
[16] Halbwachs, Maurice, 2017, Kolektif Hafıza, Heretik Yayıncılık, Ankara.
[17] Dubois, Vincent; Tonglet, René; Hoyois, Philippe; Sunbaunat, Ka; Roussaux, Jean-Paul; Hauff, Edvard, 2004, “Household Survey of Psychiatric Morbidity in Cambodia”, International Journal of Social Psychiatry, cilt:50, sayı:2, ss.174-85; aktaran Atasoy, Sevil, 2008, “Fillerin Ağladığı Yer”, Hürriyet, https://www.hurriyet.com.tr/fillerin-agladigi-yer-10369672 [Erişim: 07.09.2022].
[18] Bkz: Van Broeck, Anna Marie, 2018, “Pablo Escobar Tourism” - Unwanted Tourism: Attitudes of Tourism Stakeholders in Medellín, Colombia”, The Palgrave Handbook of Dark Tourism Studies, (ed.) Philip R. Stone, Rudi Hartmann, Tony Seaton, Richard Sharpley, Leanne White, Palgrave Macmillan, London, ss.291-318.
[19] “ulaşım, geri dönüşüm, ekonomik konut, parklar”: Lerner, Jamie, 2014 (ilk baskı 2003), Urban Acupuncture, Island Press, Washington.
[20] Yirik, Şevket; Seyitoğlu, Faruk, 2014, “Hüzün Turizmi ve Mabetleşme Süreci Kapsamında Sarıkamış”, 15. Ulusal Turizm Kongresi Bildiriler Kitabı, Ankara, ss.754-765.
[21] Alili, Murad, 2017, “Avrupa’daki ve Türkiye’deki Hüzün Turizmi Destinasyonlarının Karşılaştırması Üzerine Teorik Bir Çalışma”, International Journal of Global Tourism Research, cilt:1, sayı:1, ss.37-50.
KAYNAKLAR
- Aliağaoğlu, Alpaslan, 2004, “Sosyo-kültürel Miras Turizmi ve Türkiye'den Örnekler”, Coğrafi Bilimler Dergisi, cilt:2, sayı:2, ss.50-64.
- Altan, İlhan, 2012, “Mimarlıkta Mekân Kavramı”, Psikoloji Çalışmaları, sayı:19, ss.75-88.
- Çavdar, Ozan, 2017, “Mekân ve Kolektif Bellek: Sivas Katliamı ve Madımak Oteli”, Moment Dergi, cilt:4, sayı:1, ss.237-257.
- Çaylı, Eray, 2014, “Architectural Memorialization at Turkey's ‘Witness Sites’: The Case of the Madimak Hotel”, Contemporary Turkey at a Glance Interdisciplinary Perspectives on Local and Translocal Dynamics, Springer VS Wiesbaden, ss.13-24.
- Çelik, Hilal; Ekşi, Halil, 2008, “Söylem Analizi”, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, sayı:27, ss.99-117.
- Çimen, Hürriyet, 2020, “Hüzün Turizminin Tercih Edilmesinde Temel Motivasyonların Kavramsal İncelenmesi”, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, sayı:47, ss.386-393.
- Ercan, Gülsüm Songül; Danış, Pınar, 2019, "Söylem, Söylem Çözümlemesi ve Eleştirel Söylem Çözümlemesi: Tanımları ve Kapsamları", Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, cilt:6, sayı:2, ss.527-552.
- Hirst, Paul, 1993, "Foucault and Architecture", AA Files, sayı:26, ss.52-60.
- Şah, Umut, 2020, "Eleştirel Söylem Analizi: Temel Yaklaşımlar", Kültür Araştırmaları Dergisi, sayı:7, ss.210-231.
- Şahin, Yasin, 2017, "Michel Foucault’da Söylem Analizi", Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi (SKAD), cilt:3, sayı:6, ss.119-135.
- Gürel Unur, Nihan, 2017, “Yerinden Etmek Yerine Dahil Etmek: Comuna 13”, Mimarlık, sayı:397, s.74.
- Yemenici, Alev, 1995, “Söylem Çözümlemesinde Üç Temel Yaklaşım ve Kültürlerarası İletişimde Söylem Çözümlemesinin Önemi”, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, sayı:6, ss.152-166.
Bu icerik 2042 defa görüntülenmiştir.