DOSYA
Taksim, Ankara Atatürk Bulvarı gibi Olmasın!
Ali Cengizkan, Prof. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü
Bilindiği gibi Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından şehir içi trafiğini kolaylaştırmak amacıyla planlanan, üst plan kararlarıyla uyumlu olmadığı halde Atatürk Bulvarı, TRT, Kuğulupark (Kuğulu 1 ve Kuğulu 2 alt geçitleri) kavşağında 1/5000 ve 1/1000 ölçekli plan değişikliğine ilişkin 18.08.2006 tarih ve 164 sayılı Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nin kararına dayanarak yürürlüğe konulan Kuğulu Kavşağı ve Alt Geçidi 2007 yılında kullanıma açılmıştı.
Ankara 8. İdare Mahkemesi, Çankaya Belediyesi, Peyzaj Mimarları Odası ile Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi'nin başvurusu üzerine, Atatürk Bulvarı, TRT ve Kuğulupark Kavşağı'nın planlarını 24 Mart 2008 tarihinde iptal etti. Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin Kasım 2011 içinde kamuoyuna yansıyan kararının esasında, “daha önce iptal edilmiş ve Danıştay safhası da tamamlanarak kesinleşmiş bir konuda, Danıştay kararına uyulmak suretiyle verilmiş bir iptal kararı” olduğunu herkes bilmekte.
Murat Karayalçın’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı bırakmasından sonra geçen yaklaşık 15 yıl içinde, şehrin çeşitli yerlerine adeta “kondurulan” otoyol üst geçitleri, alt geçitleri, kavşak düzenlemeleri, imar planında yapılan rant artışlı kullanım hakkı değişikliklerinin büyük çoğunluğu sivil toplum örgütleri tarafından yargıya götürüldü, yıllarca tartışılarak yanlışlığı kanıtlandı. Buna rağmen Ankara’da, kentin belde yönetiminin amblemi de dahil “yok hükmünde” olduğu halde “varlığını”, “kullanılırlığını” sürdüren pek çok yapı, strüktür, kullanım biçimi, kullanım ve ortaklık hakkı, işaret ve temsil biçimi var. Buna karşılık yeni belde yönetimi de, daha soyut ve kavranması ikincil olan kamu haklarını açıkça ihlal ettiği halde, kamuyu “şimdiki zaman üzerinden”, yani uygulanan yasadışı projelerin işlerliğini, güncelliğini, hemen herkesin günlük yaşamını etkilediği gerçeğinden hareketle, “yapılanın iptal edilmesi”, “geri alınması”, “açık ve kullanım içindeki yolların kapatılması” ile tehdit ederek haklı görünmeye çalışmakta. Bu tür popülist yaklaşımların kısa vadede hemen her zaman başarılı olduğu da kesin.
Ankara’da Opera’dan başlayıp Çankaya’da Pembe Köşk olarak da bilinen Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne kadar uzanan Atatürk Bulvarı’nın ilk biçimleme kararları, Hermann Jansen tarafından 1930 yılında alınmış ve farklı ölçeklerdeki planlarda yapımı-oluşumu izlenmiş, sonrasında da 1932 Jansen Planı’na girerek meşruiyet kazanmıştı. Aslında karar olarak da meşruiyetini o döneme kadar olan gelişmelerden almaktaydı: 1920’de Ulus’ta Hâkimiyet-i Milliye Meydanı’nda Birinci Meclis’in açılmasından sonra, İkinci Meclis’in yeri de Ulus’ta kalmış, pek çok bakanlık bu yapıların çevresinde konumlanmıştı. Zaten yüzyıllardır “tarihî ticari merkez” niteliğini elinde bulunduran Ulus, “idari merkez” niteliğini kazanınca, kentin yeni kurulan Yeni Şehir bölgesi ve kentin en güneyinde yer alan Cumhuriyetin kurucusunun evi, bir ana eksen oluşturdu. Bu eksenin Yeni Şehir ile Çankaya arasında kalan bölümünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya ülkelerince tanınmasıyla birlikte yabancı ülke elçilikleri açıldı ve inşa edildi. Jansen’in plancı olarak yaptığı, bu ulusal temsiliyet ekseninin adını koymak ve geleceğini tasarlamak olmuştu. 1930’la birlikte başlayan yol tasarımlarında, geniş ve ağaçlıklı kaldırımları olan, üzerindeki yapılara anlam ve prestij katacak olan Atatürk Bulvarı doğdu. Bulvarın sürekliliği ve uzunluğunun deneyimi önemli idi, çünkü yalnızca ulusal resmî bayramlarda törenlerin yer aldığı bir eksen değil, üzerindeki odak noktaları ile kenti farklı bölgelere boğumlayan, bu alt alanların tanınmasını ve “yer kimliği” ve “yer kalitesi” kazanmasını sağlayan, kente yeni gelenleri karşılayıp kenti tanıtan, kenti gezenleri adeta yönlendirip kaybolmamalarını sağlayan iki bulvardan biri olan (diğeri bu ekseni Kızılay’da kesen Gazi Mustafa Kemal Bulvarı) bir kentsel mekândı.
Kuğulupark Alt Geçidi, sözkonusu bu bütünlüğü derinden yaraladı. Deneyimin uygulamaya soktuğu ve kentsel anlamı etkileyen boyutları şöyle sıralayabiliriz: Bu eksen içindeki inip çıkmalar nedeniyle artık Opera-Çankaya Köşkü sürekliğini, bu sürekliliği güçlendiren yol mekânı üzerindeki yapıların katkılarını algılamanız olanaklı değil. Öte yandan, batma çıkmalar olmasa bile, yol artık Cinnah Caddesi’ne bağlanmış durumda ve Çankaya Köşkü’ne ulaşmanız için farklı bir yola sapmanız gerekmekte; dolayısıyla Atatürk Bulvarı’nın sonuç odakları anlamsal açıdan değer aşınmasına uğramış durumda. Kızılay kavşağındaki sola dönüş yasakları, Akay kavşağının üç katlı durumu, yol ekseni ve şeritlerinin bazı yerlerde neredeyse 10’ar metre arayla değişmeleri sonucunda, Atatürk Bulvarı’nı artık ne parçalardan oluşan bir bütünlük, ne de tek bir mekân olarak algılamak olanaklı.
Öte yanda mikro ölçekteki kentsel değer kayıpları saymakla bitmez durumda: Bulvarın olmazsa olmazı olan yeşil alanlar, çınar ağaçlarının büyük kısmı kesildi, yerlerine cılız ve artık katı istinat ve kazıklı duvarlar arasında yetişmeyeceği belli olan fidanlar dikildi. Yazları ağaçların gölgesinde bulvarı deneyimlemeniz artık olanaklı değil; hem zaten bu da kategorik olarak istenmiyor gibi, çünkü kim yerlerde yaya kaldırımı 00.00 cm eninde, çoğu yerde de 50.00 cm bırakılmış durumda. Altgeçidin yapımı sırasında bulvar üzerindeki yapılar ve parsellerle düşülen yerel ve kimi de uluslararası ihtilaflar hâlâ yargıda, çünkü kimse parselinin ya da apartmanın önünde kaldırım olmamasını istemiyor. Bütün bu değişimin kolaylık sağlaması için yapıldığı söylenen kent içi trafik durumunda ise kargaşa devam etmekte; bazı komşu semtlere giriş ve çıkış bazı caddelerden veriliyor; yağmur, dolu ve kar benzeri iklim durumlarında, dikkate alınmayan yol eğimleri ve doğal drenaj kararları nedeniyle araba trafiği de oldukça zorlanıyor.
Sözkonusu Ankara Atatürk Bulvarı olunca “yer kimliği”nin tarihselliği ve ulusal değerlerle, modern mimarlık kültürü ve modern kent estetiği ile ilişkisi bir yana, salt mekânsal niteliklerinin bile öne alınıp önemsenmesi gerektiği bir gerçek. Şehirlerimizde, bir çınar ağacı, kaç yılda yetişiyor? Hem drenaja yardımcı olan, hem gölgesinden yararlandığımız kent ağaçları ve kent parkları, nasıl bu denli hoyratça harcanabiliyor? Önceliği arabalı yaşama vermeye çalışan ama kendisine bile daha baştan yabancılaşan bir belediye hizmeti anlayışı, nasıl insanın en önemli özelliklerinden birisinin “yürümek” olduğunu unutuyor? Kamu yararına olan ilkeler ve kararlar, insana kolaylık getiren, insanı düşünen, birarada yaşamamızı kolaylaştıran, bizi kentte yaşamaya teşvik eden unsurlar değil midir? Ulusal ve modern mimarlık değerlerine karşı çıkıp yıkmayı seçen tutumların kamu yararını bu denli ayaklar altına alması da bir kaçınılmaz sonuç, onların pozisyonunun sunduğu bir paradoks değil midir?
Ama “yer kimliği”nin “yerin niteliği” ile ilgili olduğunu, herkesten önce “keşfettiler”. O nedenledir ki, bir yeri öldürmek istiyorlarsa (örneğin Gezi Parkı), bir yapıyı işlevsiz kılmak istiyorlarsa (örneğin AKM), bir yeri ıssızlaştırmak istiyorlarsa (örneğin Tarlabaşı), öncelikle kullanıcıların oralardan ayaklarını kesecek kararlar alırlar. Sonra da “yer”in kalitesinin düştüğünü, suç mekânına dönüştüğünü, dönüşüm zamanın geldiğini propaganda yoluyla yayarlar. Tıpkı başta değindiğimiz gibi, ilgisiz halk tabakalarının itibar edeceği, hemen inanıp savunmaya başlayacağı bir konumu yeşerten popülist bir tutumdur bu.
Bu durumun ne neo-liberal politikaların getirdiği sahtekârlık ve vurdumduymazlık, ne de kültür düşmanlığı ile açıklanabileceğini düşünüyorum. “Yer kültürü”, bir yerde varolduğunu hissetmek, insan olmanın olmazsa olmaz bir önkoşulu. Doğduğumuz andan itibaren 9 ay 10 gün içinde “tutunduğumuz” ana karnı, artık bizim değil, onun koruyucu ortamından uzak kalıyoruz ama dünyadaki sonsuz sayıdaki “yer”lerin sonsuz zenginliğine de açılmaktayız. “Yer”i ve coğrafyayı önemsememek, ondan “öğrenmemek”, köktenci görüşlerin insanı ikinci sıraya koyuşunun bir sonucu. Dünyanın insanın kendini gerçekleştirdiği bir yer değil, insan için bir tiyatro sınavı olduğunu savunanlar, “yer”in önemsenmesine her zaman karşı çıktılar, insanın ürettiklerine karşı çıktılar. İnsani değerlere karşı olanlar her zaman vardı, çünkü onlar her zaman kamu yararından, kamu çıkarından, topluluk bilincinden, familya ve grup ve cemaat yararı, çıkarı ve bilincini önemsediler; retorik ve hamaset kültürüyle beslenen benmerkezci birer politik aktör özne (seyis) ve politik piyon özne (sürüden biri) oldular. Ne yazık ki “Taksim’in sorunlarını” önce yaratıp sonra da çözmeye çalışanlar, “kentsel dönüşüm” sözcüğüyle illüzyon yaratanlar, Taksim’e yeni düzen getirerek “onun çehresini değiştirmeye” çalışanlar, yine onlar.
Bu icerik 6714 defa görüntülenmiştir.