421
EYLÜL-EKİM 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
ETKİNLİK

Kesişmeler ve Katmanlar: Paylaşılan Kutsal Mekânlar Sergisi

Ayşin Zoe Güneş, Kültürel Projeler Direktörü. Virtual Projects

Akdeniz, Ortadoğu ve Balkanlar’da üç İbrahimi dinin bir arada var olduğu mekânlara odaklanan “Paylaşılan Kutsal Mekânlar” sergisinin son durağı 1 Temmuz - 30 Eylül 2021 tarihleri arası Ankara oldu. Paylaşıldıkça kendini yeniden üreten kutsal mekânları sergideki kesitler üzerinden ele alan yazar, “dinler ve kutsal mekânlar arasındaki dolaşıma olanak tanıyan geçişkenlik sürecinin” gündelik hayat pratikleriyle olan ilişkisine dikkat çekiyor.

 

Calouste Gulbenkian Vakfı ve Ankara Fransız Kültür Merkezi’nin desteğiyle düzenlenen “Paylaşılan Kutsal Mekânlar” sergisi; İbrahimi dinlere (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) inananların yaşadığı çeşitli bölgeleri “bir aradalık” ekseninde keşfederken, kültürler arası çoğulculuğun aynı zamanda uygulanabilir bir yol olduğunu gösteriyor. Daha önce Marsilya'daki Avrupa ve Akdeniz Medeniyetleri Müzesi (Mucem) (2015), Tunus Bardo Müzesi (2016), Paris (2017), Selanik (2017), Marakeş (2018), New York (2018) ve İstanbul’da (2019); aynı tema altında olmakla birlikte değişen biçim, içerik ve bağlamlar nedeniyle her şehir için farklı versiyonlarla düzenlenen sergi; her varyasyonda tıpkı ele aldığı kutsal mekânlar gibi kendi içindeki yolculuğunu da pekiştirerek yeniden üretmekte. (Resim 1)

Rotasını Avrupa’dan Akdeniz’e uzanan farklı inançlara inananlar arasında, zaman zaman dini sınırları aşmaktan ve aynı mekânlarda ibadet etmekten çekinmeyen zengin etkileşimler ve bu etkileşimlere olanak tanıyan kavşaklar üzerine kuran sergi, bu alanlarda yaşanan hareketlilik ve karışıklıkları hoşgörü ve konukseverlik deneyimleri üzerinden ele alıyor. Bu noktadan hareketle serginin, üç tek tanrılı dine ait kutsal mekânları oluşturan dogmalardan ziyade, bu mekânların hümanist ve sivil etkisinin altını çizdiğini söylemek mümkün.

Mircea Eliade’nin “Aslında, mekân asla insan tarafından ‘seçilmez’, yalnızca onun tarafından ‘keşfedilir’; başka bir deyişle kutsal mekân insana kendini şu veya bu biçimde gösterir.”[1] tezinde de belirttiği gibi, izleyiciyi bir anlamda “keşfedilen” mekânlara ve yerlere davet eden bu yolculuk; kutsal topraklar, sınırların şiddetlenmesi, dinler arası rekabetin süregitmesi ve kutsal yerlerin birbirine karışmasıyla öne çıkan tek tanrılı üç dinin beşiğine ayrılmış “şehir” bölümüyle başlıyor. (Resim 2) Kudüs ve İstanbul gibi, yer aldığı bölgenin tarihinde önemli rol oynayan ve manevi inanca dair sembol mekânları barındıran şehirlerin, üç dine dair geniş zamana yayılan anlatı ve deneyim zenginliğine karşın siyasi sıkışıklıkların zemini olması paradoksu da bu bölüm içinde yer alan eserler üzerinden öne çıkıyor. Bir diğer deyişle; bu coğrafyalarda her ne kadar inançsal kimliğin baskın rol oynaması üzerinden geliştirilen ve hoşgörüden uzak muktedirlik hevesiyle perçinlenen siyasi pratikler yaşansa da, dinler ve kutsal mekânlar arasındaki dolaşıma olanak tanıyan geçişkenlik sürecinin gündelik hayat pratiklerine bütünüyle olumlu bir şekilde yansıması idealine dair olasılıklar da kendini gösteriyor.

Kutsal kişi kültü üzerinden paylaşılan kutsal mekânlar ve inzivaya çekilip vahiy almaya uygun yerleri temsil eden dağlar ile mağaralar ise serginin diğer bölümleri içinde ele alınıyor. Akdeniz coğrafyasında aynı anda hem çevresel konumda olan hem de denizin ortasındaki dolaşımın merkez işlevine sahip olan adalar, yansıttıkları yoğun ticaret ve göç dinamikleri ekseninde oluşan çeşitliliğe ve birlikteliğe ev sahipliği yapması nedeniyle serginin içeriğinde önemli bir rol oynuyor. Farklı ritüel, dua ve dilekleri ortak mekânlarda paylaşmanın yanı sıra, gelenekselleşmiş inançsal edimleri birlikte yerine getirmek gibi durumların yaşandığı Büyükada ve Girit örnekleri, serginin önemle üzerinde durduğu paylaşım ve birliktelik temalarının altını çizer nitelikte. Bu durum, “Meryem Ana’nın Mekânları” başlığı altında yer alan bölümde de kendini kuvvetle hissettiriyor; keza bilhassa Müslüman ve Hıristiyan inancına sahip kişiler için büyük öneme sahip Meryem Ana’ya dualar etmek her iki dinin pratiğinde mevcut. Farklı kültürlerin birlikte yaşamasıyla ortaya çıkan melez gelenekler ve dinlerarası pratiklerin gelişimine zemin hazırlayan göç, dolaşım ve mübadele bölgeleri ise; serginin “Geçitler” başlığı altında yer almakta. (Resim 3) “İnançlar Arasında Köprü Kuranlar” ve “Paylaşılan Arzular” başlıklarından oluşan bölümler ise; (Resim 4) dinlerarası ilişkilerde arabuluculuk yapan, dinlerarası yakınlaşmayı ve diyaloğu teşvik etmek amacıyla girişimlerde bulunan kişiler ile sağlık, güvenlik, refah ve çocuk sahibi olma gibi durumlara istinaden duyulan ortak özlemi merkezine alıyor.

Dokuz farklı başlıkta sunulan bu sergi, içeriğindeki olumlu bakış açısını temel alan önermeler sunmasının yanı sıra, tek tanrılı üç dinin Akdeniz bölgesi, Orta Doğu ve Balkanlar'da bir arada varlığını sürdürmesinin daha iyi anlaşılmasına da yardımcı oluyor; zira bu üç dine inananlar, teolojik farklılıklara rağmen ortak duaları, dilekleri, kutsal kişileri ve dolayısıyla mekânları da paylaşmakta.

Küratörlerin uzun yıllardır yürüttüğü antropolojik araştırmadan yola çıkan sergi, ayinleri ve inançları öne çıkarırken, kutsallık atfedilen yerlerde konuşlandırılan ortak uygulamaları ortaya koyuyor. Aynı zamanda belgeleme ve arşiv değeri taşıyan fotoğraflar, videolar ve enstalasyonların mevcut arşivlerden derlenen obje ve dokümanlarla sunulması üzerinden okunan “birliktelik” odaklı bakış açısı; kimliklerin sertleştiği ve hoşgörünün bir lütuf olarak öne çıktığı zamanın ruhu bağlamında, heterojenliğin kaçınılmaz olarak bir çatışma veya bölünme kaynağı olmadığını yeniden teyit ederek önyargıları yok etmeyi amaçlayan bir seyir öneriyor.  Bu doğrultuda, serginin mevcut dünyanın derin bölünmesine ve günümüzü sıklıkla karakterize eden nefrete istinaden bir antitez olarak kurgulanmış olması fikri seyir boyunca kendini hissettiriyor. Dolayısıyla, günümüzde hakim olan ve göç ile dini radikalleşmeyi giderek daha fazla birleştiren anlatıdan farklı bir anlatı sunuyor.

Her ne kadar CerModern Hangar Galerisi içindeki konumlamada sıkışıklık hissiyle eş zamanlı ilerleyen didaktik bir düzen ile karşılaşsak da; sergi, mekânlara atfedilen “kutsal” ve “mutlak” tanımlarına dair düşünce pratiklerini hatırlatan izleme sürecini de beraberinde getiriyor. Zira Lefebvre’in mutlak mekânlara istinaden bahsettiği gibi, sergilenen mekânların hepsi tasarlanan değil “yaşanan” mekânlar ve bu nedenle mekân temsilinden ziyade temsil mekânı olma özelliği taşıyor. “Bu mekânlar etrafındakiler için doğru mekândır, (görünümleri, yani diğer zamanları ve diğer mekânları yok eden) ani belirişleriyle birlikte hakikat mekânıdır. Boş olsun dolu olsun, aşırı faal bir mekân; toplumsal enerjilerin olduğu kadar, doğal güçlerin de toplandığı ve teşvik gördüğü yerlerdir. Mitsel ve yakın mekân olarak zamanları, döngüleri doğurur. Kendi içinde “mutlak olarak ele alındığında, bu mutlak mekân hiçbir yerdedir. Onun yeri yoktur, çünkü bütün yerleri birleştirir ve ancak sembolik bir varlığa sahiptir.”[2]

Bunun yanı sıra, “kutsalın tezahür etmesiyle mekânda bir kopma ve kırılma gerçekleşmektedir. Kutsal kabul edilen yer, kendini çevreleyen yerlerden ayrılmakta ve farklı bir karaktere bürünmektedir. Bu mekân artık homojenliğini kaybetmiş, farklı özellikler kazanmıştır. Kutsal mekân düşüncesi, mekânı sınırlandırıp, kutsal olmayan mekânlardan tecrit eden ilk hiyerofaninin tekrarı üzerine kurulmuştur. ‘In illo tempore, illud tempus’da, ilksel

zamanlarda olan örnek olayların dindar insan üzerindeki zorlayıcı etkisi burada da kendini göstermektedir. Kutsal mekânın kutsallığının en önemli payı onu ilk kez kutsayan hiyerofanilerin sürekliliğine aittir. Bir yer bir kez kutsallaştığı zaman bunun tekrarını da temin eder. Hiyerofani eylemi dindışı mekânın bir bölümünü kutsallaştırmakla kalmaz, buradaki kutsallığın devamlılığını da sağlar. Kutsalın genel karakteri gereği mekân; güç, varlık ve etkinlikle dolar. Böylelikle bu yer, tükenmez bir güç ve kutsallık merkezi haline gelmektedir. Farklı inanç sistemlerinde ve farklı kültürel çevrelerdeki kutsal mekân deneylerinin ortak ayırt edici özelliği kutsalla temasa geçmeye imkan vermesidir. Kutsal mekân, dünya ötesi hakikatlerle iletişime olanak sağlayan, düzeydeki bir kopuş neticesinde meydana gelmektedir.”[3]

Bu bağlamda; zamanın durduğu ve sürekliliğin aktığı kutsallık ile örülü mekânların paylaşıldıkça kendini yeniden üretmesi sergi boyunca gözlemleyebileceğimiz bir durum. Savaşların, güç ve rekabet üzerine kurulmuş siyasetin, farklılıkları korkuyla karşılayıp farklara ve dolayısıyla özgünlüğe geçirgenlik tanımayan günlük yaşam pratiklerinin sıkça yaşandığı alanlarda olmasına rağmen; kendine özgü bir zaman kırılması ile bütün bunları maneviyatı içinde barındırmadığı için bir aradalık vaadeden mekânlara paylaşım ekseninde bakılması, sadece serginin ileri sürdüğü bir önerme değil, aynı zamanda geleceğe dair de umut veren bir bakış açısı. “Her zaman büyüleyen ve korkutan, cezbedici ve itici, yararlı ve tehlikeli olarak”[4] tecrübe edilen kutsal mekânları farklı katmanlarda ele alarak bu mekanları ve süreklilik dahilinde kendilerini yeniden üretmelerini keşfetmeye çağıran sergi, 30 Eylül 2021’e dek CerModern’de izlenebilir.

NOTLAR

[1] Eliade, Mircae, 2017, Dinler Tarihine Giriş, (çev.) Lale Arslan Özcan, Alfa Yayıncılık, İstanbul.

[2] Lefebvre, Henri, 2014, Mekânın Üretimi, (çev.) Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, İstanbul.

[3] Eliade, Mircae, 2000, Din ve Fenomenoloji: Mircea Eliade’ın Eserlerine Toplu Bakış, İz Yayıncılık, İstanbul.

[4] Menard, Guy, 2001, Dünden Yarına Kutsal ve Profan, (çev.) Zeki Özcan, Alfa Yayıncılık, İstanbul.

Bu icerik 3459 defa görüntülenmiştir.