DOSYA: DEPREMLERLE YÜZLEŞMEK
Depremin Yarattığı Yıkımla Birlikte Kültürel Mirası Düşünmek
Koray Güler, Doç.. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü
6 Şubat 2023 tarihinden itibaren ardı ardına gerçekleşen depremler,[1] ülkemiz coğrafyasının Akdeniz, İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki on bir ilde ve Suriye’deki komşu yerleşim merkezlerinde büyük yıkımlara ve can kayıplarına neden oldu. Kuşkusuz gerçekleşen afetin ilk anlarında çabaların tümüyle insan hayatının sürdürülmesine ve arama-kurtarmaya yönelmesi gerektiği aşikar. Yaşanan can kayıplarının yarattığı ağır üzüntünün ve travmanın yanı sıra bu geniş tarihsel coğrafyada yüzyılların kültürel birikimiyle inşa edilmiş pek çok kültür varlığının da ağır hasar almış olması, toplumsal psikolojinin daha da olumsuz etkilenmesine yol açmıştır.
Kültürel Varlıkların Korunması ve Restorasyonu için Uluslararası Çalışma Merkezi (ICCROM) tarafından yayımlanan Kriz Zamanlarında Kültürel Miras için İlk Yardım adlı kitabın baş yazarı Tandon, “İnsani bir krizin ortasında kültürel mirası neden koruyalım?” sorusuna 2015 yılında Nepal’in başkenti Katmandu’da gerçekleşen yıkıcı depremden yalnızca bir ay kadar sonra yerel halkın tarihî Durbar Meydanı’ndaki yıkılmış tapınakların molozları arasında günlük ibadetlerinde teselli bulmaya çalıştıklarını örnekleyerek yanıt vermekte ve buradan hareketle toplumların aidiyet hissettiği ve belleklerinin bir yansıması olan kültürel varlıklarının emniyete alınarak, sağlamlaştırılmasıyla işe başlanmasının normal hayata devam etmek için önemli bir ilk adım olacağını ifade etmektedir.[2] Tandon’a göre, “insanları birbirine bağlayan” ve “bir kimlik duygusu sunan” somut ve somut olmayan kültürel mirasa dair her şey, yıkım ve yer değiştirme sırasında daha da değerli hale gelir. “Bu nedenle, kültürel mirasın korunması ve kurtarılması, acil durum sırasında ve sonrasında sağlanan insani yardımlardan ayrılmamalıdır ve geciktirilmemelidir.”
Ulusal ya da uluslararası basında depremle birlikte tarihin de yitirildiğine dair değerlendirmeler, yeniden üretilmesi mümkün olmayan ve yenilenemez bir kaynak olarak düşünülebilecek kültürel mirasın kaybının üzüntüsünü de yansıtmaktadır. Depremlerin hemen ardından TMMOB Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu’nun 11-17 Şubat 2023 tarihlerinde bölgeye gerçekleştirdiği ziyarette depremin “kültür varlıkları, kentsel ve kırsal miras” üzerindeki etkilerine yönelik ilk gözlemler ve tespitler, kamuoyuna açıklanan ön raporda[3] değinilen konulardan biri olmuştur. Bu makalede, deprem etkisiyle ağır hasarlar alan kültürel mirasa dair ilk izlenimlerin aktarılması ve yaşanan felaketin ağırlığı karşısında ülkemizde kültürel mirasın korunması süreçlerindeki aksaklıklara dair akla gelen ilk soruların paylaşılması hedeflenmiştir. Kuşkusuz yaşanan yıkımın boyutlarını anlayabilmek için ayrıntılı hasar tespitlerine dayalı bilançonun ortaya konulmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu aşamayla birlikte kültürel mirasın korunmasına dair tüm süreçlerin, aktörlerin ve paydaşların rollerinin ve korumaya dair uygulama yaklaşımlarının tarafsız ve bilimsel bir bakışla yeniden sorgulanması gelecekte karşımıza çıkacak afetlere hazırlık için önemli bir ilk adım olacaktır.
Çok erken dönemlerden bu yana yaşamın sürdüğü afet bölgesinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kabul edilmiş Göbeklitepe, Arslantepe, Nemrut Dağı, Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı ve Geçici Liste’de olan Anavarza, Harran, Karatepe - Aslantaş, Hatay St. Pierre Kilisesi, Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi, Vespasianus - Titus Tüneli, Zerzevan Kalesi gibi arkeolojik alanlar bulunmaktadır. Söz konusu arkeolojik varlıkların yanı sıra hâlâ modernizm öncesi dar eğrisel ve/veya çıkmaz sokaklarını, avlulu-bahçeli geleneksel konutlarını koruyan Antakya, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya, Kahramanmaraş gibi tarihî kentler, bu kentlerdeki pek çok kültür varlığı ve yüzlerce yıllık kültürel birikimle, yerel malzeme ve teknikleri kullanarak inşa edilmiş geleneksel kırsal yerleşimler de yaşanan afetten olumsuz etkilenmiştir.
Türkiye’de 2004 yılında kabul edilen 5226 sayılı yasa ile getirilen değişikliklerden biri tüm sit alanları için “yönetim alanının korunmasını, yaşatılmasını, değerlendirilmesini sağlamak amacıyla, işletme projesini, kazı planı ve çevre düzenleme projesi veya koruma amaçlı imar planını dikkate alarak oluşturulan koruma ve gelişim projesinin, yıllık ve beş yıllık uygulama etaplarını ve bütçesini de gösteren, her beş yılda bir gözden geçirilen planlar” olarak tanımlanan “yönetim planı”nın hazırlanması zorunluluğudur. Daha çok Dünya Mirası Alanları özelinde örneklerini gördüğümüz yönetim planlarında kültürel miras alanlarının afetlerden kaynaklanan risklere hazırlanması, bu alanlarda olası kayıpların, yıkımların, tahribatların azaltılması için yapılacaklara dair ayrıntılı hazırlanan stratejilerin ve eylemlerin deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında hayata geçirilemediği izlenmiştir. Bu açıdan kültürel miras alanlarıyla ilgili tüm paydaş ve aktörlerin eşgüdümünü ve koordinasyonunu sağlayabilmek için hazırlanan yönetim planlarında tanımlanan eylemlerin işlerliğinin sağlanması ve sorumlu kişi ve kuruluşların net olarak belirlenmesinin önemi bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır.
Tarihî kentlerdeki kültürel varlıklarda gözlenen yıkımın boyutunun bu denli ağır olmasını anlayabilmek için deprem öncesindeki durumun sorgulanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Ülkemizde kentsel dokuların bütüncül korunmasında ya da bu kentlerin önemli bir bileşeni olan sivil mimarlık örneklerinin yaşatılmasında gözlenen sorunlar, coğrafya farkı olmaksızın gerçekleştirilen akademik çalışmalara da yansımıştır. Nüfusun azaldığı kimi tarihî çevrelerde yıllara dayalı ihmal ve bakımsızlık nedeniyle köhneyen ve/ya yıkılan kültürel miras, yaşamın sürdüğü yerleşimlerde ise bu kez yoğun yapılaşma isteklerine bağlı olarak uygun olmayan müdahalelere maruz kalmıştır. Sürekli bakımları ve onarımları için gerekli ilgiye ve ekonomik kaynaklara erişemeyen ya da geleneksel strüktür sistemleriyle uyumsuz malzeme ve tekniklerle uygulanmış müdahalelere konu olmuş geleneksel yapıların depreme daha kırılgan yakalandıklarını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bir yanda gerekli teknik ve ekonomik desteği yeterince alamayan, ihmal edilmiş ve depreme daha kırılgan halde yakalanmış sivil mimarlık örnekleri varken diğer yanda özellikle son yıllarda güçlendirilmiş, onarılmış veya restore edilmiş geleneksel yapıların ya da anıtların da depremden ağır şekilde etkilenerek yıkılması, mevcut koruma pratiklerimizdeki pek çok konunun sorgulanması gerekliliğini gün yüzüne çıkartmıştır. Tarihî yapıların restorasyon yaklaşımlarının “caso per caso” (her durum kendine özgüdür) olması gerektiğini belirten İtalyan mimar Ambrogio Annoni’nin sözlerini de anımsayacak olursak son yıllarda henüz güçlendirilmiş / restore edilmiş yapıların yıkılmalarının gerekçelerini anlayabilmek için bu yapıların her birinin koruma sürecinin daha fazla veriyle ve ayrıntılı olarak irdelenmesi gerekmektedir. Kuşkusuz elimizdeki sınırlı verilerle tek tek yapıların restorasyonuna dair bir genelleme yapılması uygun değildir ancak yürürlükte olan mevzuat uyarınca gerçekleştirilen güncel koruma pratiklerimizi anımsamak yerinde olacaktır.
Ülkemizde korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiş bir taşınmazın esaslı onarım kararı istisnalar dışında yürürlükte olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca görevleri tanımlanmış Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun kabul ettiği başta “660 numaralı Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları” hakkındaki olmak üzere alınmış ilke kararları doğrultusunda Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları tarafından alınmaktadır. Kanun uyarınca Koruma Kurulları’nın kompozisyonu “arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve şehir plancılığı” konularında uzmanlaşmış kişiler arasından Bakanlıkça seçilecek yedi temsilciden oluşturulmuştur. 2011 yılında çıkarılan 648 sayılı KHK ile daha önce Koruma Kurulları’nın bünyesinde yer alan akademik / bilimsel ve uygulama alanlarını temsil eden YÖK temsilcilerine yeni yapılanmada yer verilmemesi, tüm üyelerin Bakanlık tarafından seçilmesi, atanması ve istenilen / gerekli görülen durumlarda yer değiştirilebilmesi veya görevden alınabilmesi, gibi değişimlerin kurulların bilimsel özerkliğini olumsuz etkileyeceği yönündeki eleştirileri hatırlatmakta fayda vardır.[4] Öte yandan kanun maddesindeki “uzmanlaşmış kişiler” şeklindeki ifade, nesnel bir seçim kriteri tanımlamaktan uzaktır. Taşınmaz bir kültür varlığının güçlendirme ya da esaslı onarım kararlarını almakla yetkili üyelerin akademik/bilimsel ya da uygulama alanlarındaki yetkinliklerinin ne kadar önemli olduğu konusu depremin ardından tekrar gündeme gelmiştir. Deprem bölgesinde son yıllarda restore edilmiş/güçlendirilmiş çok sayıda anıt eserin ağır hasar alması ya da yıkılması, hem restorasyon kararlarını alan Koruma Kurullarının “kompozisyonlarını” hem de üyelerin “yetkinliklerini” sorgulatmaktadır. 2011 tarihinde çıkarılan 648 sayılı KHK ile gerçekleştirilen değişikliklerin kurulların bilimsel niteliklerini zayıflattığını ifade eden Ahunbay’ın o tarihte dinleyen olmasını dilediği; “Strüktür analizleri ve sağlamlaştırma önerilerinin gözden geçirilmesinde kurulun danışman olarak başvuracağı, kârgir veya ahşap strüktürler konusunda deneyimli uzmanlar saptanarak gerektiğinde yararlanılması” önerisini anımsatmak yerinde olacaktır.
Kimi anıtsal yapılar özelinde oluşturulan bilim kurulları için de benzer sorular akla gelmektedir. Bu açıdan yeni onarılan yapılarda zemin ve statik durumun irdelenmesine yönelik destek alınıp alınmadığının belirlenmesi, eğer alındıysa uzman değerlendirmelerinin niteliğinin tarafsız ve bilimsel bakışla incelenmesi, geleceğe dair alınması gerekli dersler açısından önemlidir. Vatan Kaptan, müdahale kararlarının verilmesi için temel oluşturacağını belirttiği yapısal durum ve risk düzeyinin tespitine yönelik çalışmaların, tespit formları ile görsel verilere dayalı “hızlı” ve hızlı tespit sonucuna göre gerektiği durumlarda “ayrıntılı” tespit çalışmalarıyla yürütülebileceğini ifade etmektedir.[5]
“Acil durum sırasında ve sonrasında, tehlike altındaki somut ve somut olmayan kültürel mirasın sabitlenmesi ve risklerin azaltılması için yapılması gereken ivedi ve birbirine bağımlı eylemler”in toplamı olarak ifade edilen “kültürel miras ilk yardımı”nın uygulanması için dört aşamalı bir süreç tanımlanmıştır.[6] Buna göre ilk adım “durum incelemesi”, ikinci adım “olay yerinde risk ve hasar tespiti”, üçüncü adım “emniyet altına alma ve sabitleme” sonraki adım ise “ilk toparlanma”dır.
Bu makalenin yazarının da “Kültürel Mirasın Korunması ve Geliştirilmesi Komitesi” üyesi olarak yer aldığı TMMOB Mimarlar Odası Heyeti’nin 11-17 Şubat 2023 tarihlerinde afet bölgesine gerçekleştirdiği ziyarette edinilen izlenimlere ve tespitlere dayalı olarak depremin hemen sonrasında yapılabilenlerin ya da yapılamayanların irdelenmesinin, gelecek afetlere hazırlık için öğretici olacağı açıktır. Özellikle, arama kurtarma çalışmalarının devam ettiği insani krizin ilk günlerinde, depremde ağır hasar almış, parçaları dağılmış ya da yıkılmış kültür varlıklarının güvenliğine dönük yeterince önlem alınamadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Öte yandan tarihî yapılardan dökülen ve gelecek restorasyonlarda potansiyel olarak kullanılabilecek özgün mimari parçaların belgelenmeden gelişi güzel bir şekilde taşındığı örneklerin basına yansımasının ardından harekete geçilerek yapıların güvenliğinin sağlanmaya çalışıldığı görülmüştür. Bu konuda TMMOB Mimarlar Odası Heyeti’nin 23 Şubat 2023 ve ICOMOS Türkiye’nin 1 Mart 2023 tarihli raporlarında[7] yapılan değerlendirmelerin dikkate alındığı görülmektedir. Güvenlik önlemlerinin alınması ile birlikte risk ve hasar tespit çalışmalarına başlandığı ancak depremde zarar görmüş, kısmen yıkılmış kültür varlıklarının acil koruma önlemleriyle “emniyet altına alma ve sabitleme” işlemlerinin bu makalenin kaleme alındığı günlerde henüz gerçekleştirilemediği görülmektedir. Acil koruma önlemlerinin hasar alan kültür varlıkları açısından ne kadar önemli olduğunu ilk yıkıcı depremlerde hasar almış ancak ayakta kalmış Hatay Hükümet Konağı’nın 20 Şubat 2023’te gerçekleşen Büyükçat-Samandağ-Hatay merkezli deprem sonrasında tamamen çökmesiyle örneklemek yanlış olmayacaktır. (Resim 1) Yıkımın doğrudan gözlemlendiği bu örnekten de anlaşıldığı üzere deprem sonrası hasar almış ve kırılgan hale gelmiş kültür varlıklarının geçici önlemlerle desteklenmesinin önemi ortadadır.
Ulusal kültür envanterimizin henüz tamamlanmamış olması, deprem sonrasında büyük bir eksiklik olarak yeniden gündeme gelmiştir. Anadolu’daki pek çok tarihî kentte dâhi korunması gerekli kültür varlıklarının tespit ve tesciline dair büyük eksiklikler görülürken, yüzyılların birikimiyle geleneksel teknikler ve malzeme kullanılarak oluşturulmuş tarihî kırsal yerleşimlerde tespit ve tescil işlemlerinin istisnai örnekler dışında gerçekleştirilmemiş olduğu bilinmektedir. Geçerli mevzuatın yedinci maddesinde tanımlanan kültür varlıklarının tespit ve tesciline ilişkin “Devletin imkanları göz önünde tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan yeteri kadar eserin tescil edileceği” ifadesi nesnel bir değerlendirmenin yapılmasını zorlaştırmakta öte yandan kırsal yerleşimleri oluşturan konutların, üretim yapılarının, yolların, ağaçların, tarım ve orman alanlarının ve su kaynaklarının bir doku bütünlüğü içinde korunmasının gerekliliği karşısında büyük bir zaafiyet yaratmaktadır. Bu büyük eksiklik, deprem bölgesindeki tarihî kentlerde ve özellikle kırsal yerleşimlerde yaşanan hasarın ve kayıpların boyutunu dâhi anlamamızı engellemektedir. Kırsal ya da kentsel mirasla ilgili daha önce üniversitelerce ya da çeşitli kuruluşlarca yapılmış akademik çalışmaların derlenerek ulusal kültür envanterine eklenmesi, deprem sonrası yaşanan kaybı anlamamıza dair sınırlı da olsa bilimsel bir veri sağlayacaktır.
DEPREMDE HASAR ALAN TARİHÎ KENTLERE DAİR İLK GÖZLEMLER VE TESPİTLER
TMMOB Mimarlar Odası Heyeti’nin afet bölgesinde gerçekleştirdiği risk ve hasar tespitlerine ve literatüre dayalı olarak Antakya, İskenderun, Payas, Gaziantep, Malatya, Yeşilyurt, Kahramanmaraş, Adıyaman, tarihî kent merkezlerindeki ve Adıyaman - Yaylakonak, Hatay - Samandağ kırsalındaki kültür varlıklarına dair ve yerleşim ölçeğinde değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Antakya
MÖ 300 dolaylarında Büyük İskender’in generallerinden Seleucus Nicator tarafından görevlendirilen mimar Xenarius tarafından Hellenistik planlama geleneği olan Hippodamos / ızgara planına uygun olarak, Oronthes (Asi) Nehri’nin doğu yakasında, Silpius (Habib-i Neccar) Dağı’nın batı eteklerindeki düzlükte inşa edildiği belirtilen Antioch (Antakya), tarih boyunca pek çok depreme sahne olmuş, bugün olduğu gibi ağır can kayıplarıyla ve yıkımlarla karşılaşmıştır.
[8] Roma döneminde imparatorluğun yüz ölçümü ve nüfus bakımından en büyük üçüncü kenti olan Antakya’da yapılı çevre, bugünkü Kurtuluş Caddesi üzerinde kenti uçtan uca geçen iki Roma mili
[9] uzunluğundaki sütunlu caddenin ve tiyatro, amfitiyatro, su kemeri, hamam gibi yapıların inşa edilmesiyle zenginleşmiştir.
[10] Pamir’e göre, depremlerin etkisiyle zarar gören ve yıkılan Roma kentinin büyük bir kısmı, günümüzde eski (tarihî) Antakya olarak anılan yerleşimin altında kalmıştır.
[11] Yerel yönetimin altyapı çalışmaları için eski Antakya’da yapmış olduğu kazılarda cadde seviyesinden 50 cm. derinlerde dâhi antik kalıntılara rastlanmaktadır. (
Resim 2)
Yer altında Roma Dönemi kalıntılarının olduğu çok katmanlı Antakya’da yer üstünde ise Osmanlı Dönemi’nin çıkmaz sokaklarının ve içe dönük avlulu geleneksel konutların ve daha çok Hükümet Konağı çevresinde 19. yüzyılla birlikte inşa edilmiş Batı etkili konutların anıt yapılarla bir arada oluşturduğu organik doku ve yakın geçmişte eklenen modern yapılar bir arada bulunmaktadır.[12] (Resim 3)
Günümüzde Antakya tarihî kent merkezi, bölgeler halinde I. derece arkeolojik, III. derece arkeolojik, kentsel, kentsel ve III.derece arkeolojik sit olarak yasal koruma altına alınmıştır. Söz konusu bölgelerde aralarında Ulu, Habib-i Neccar, Sarımiye camileri, Rum-Ortodoks, Protestan kiliseleri, Sinagog gibi dini, Hükümet Konağı, Hatay Meclisi, Belediye, Müze, Postane, Ziraat Bankası şubesi gibi idari ve Uzun Çarşı gibi ticari yapılar ve bu yapıların yanı sıra pek çok sivil mimarlık örneğinin depremden ağır hasar aldığı tespit edilmiştir. (Resim 4-8) Hasar alan kültür varlıklarının dağılan parçalarının belgelenerek güven altına alınması ve ayakta kalan bölümlerinin geçici desteklerle sabitlenerek emniyet altına alınması gerekliliğinin yanı sıra kültür varlığı olarak tescilli olmayan yakın geçmişte inşa edilmiş yapıların enkaz kaldırma çalışmalarında ise yer altında çıkabilecek potansiyel arkeolojik katmanların gözetilmesi büyük önem taşımaktadır.
İskenderun (Hatay)
Hatay ilinin nüfus bakımından en büyük ikinci ilçesi olan İskenderun’da bulunulan kısıtlı zamanda 19. Yüzyılda inşa edilmiş Latin Katolik ve Rum Ortodoks Kiliseleri ile Fransız Mandası Dönemi’ne tarihlenen Mithat Paşa İlkokulu ziyaret edilmiştir. Rum Ortodoks Kilisesi’nin ağır hasar aldığı, Latin Katolik Kilisesi ve Mithat Paşa İlkokulu’nun ise büyük ölçüde yıkıldığı tespit edilmiştir. (
Resim 9-11)
Payas (Hatay)
Payas ilçesinde yapılan gözlemler, Sokollu Mehmed Paşa’nın hacılarla tüccarlar için güvenli bir kervan menzili yaratma çabasının bir parçası olarak Mimar Sinan’a inşa ettirdiği külliye ile sınırlı kalmıştır.
[13] Külliye; 1567’de Kıbrıs Seferi öncesinde, masrafları devlet hazinesinden karşılanarak yeniden inşa edilen bir kalenin karşısında, cami ve zaviye, hamam, tabhaneler, ahırlı kervansaray, imaret, arasta, dua kubbesi, iki duvar çeşmesi ve günümüze ulaşmayan bir sıbyan mektebinden oluşmaktadır.
Yakın tarihlerde onarım görmüş külliyede, cami minaresinin şerefesinin üst bölümünün yıkılması dışında büyük bir hasar gözlenmemiş, kervansarayın revaklarında daha önce gerçekleştirilen restorasyonlarda yapılan dikişlerde açılmalara dayalı sıva dökülmeleri saptanmıştır.
Samandağ, Musa Dağı Kırsal Yerleşimleri (Hatay)
Ulusal kültür envanterimizin henüz tamamlanmamış olmasının bir sonucu olarak deprem bölgesinde kültür varlığı değeri taşıyan ancak herhangi bir tespit ya da tescile konu olmamış çok sayıdaki yapı da yitirilmiştir. Sürmeli’nin, Hatay’a bağlı Samandağ ilçesindeki Musa Dağı kırsal yerleşimlerinde yaptığı tespitlerden örnek vermek gerekirse; korunması gerekli nitelikte 57 yapının bulunduğu Kapısuyu Köyü’nde hiçbir tescilin olmadığı, benzer şekilde Hıdırbey Köyü’nde 32 adet kültür varlığı niteliği taşıyan yapılardan yalnızca birinin tescilli olduğu, yine yalnızca 2 adet yapının tescilli olduğu Vakıflı Köyü’nde ise kültür varlığı niteliği taşıyan 36 adet daha yapı bulunduğu aktarılmaktadır.
[14] (
Resim 12)
Samandağ kırsalına deprem ertesinde ziyaret imkânı bulunamamışsa da yerelden alınan bilgilere göre yukarıda sözü edilen yerleşimler dahil olmak üzere pek çok geleneksel yapının ağır hasar aldığı ya da yıkıldığı öğrenilmiştir.
Gaziantep
1970’li yıllara dek bütüncül bir kentsel koruma çalışmasına konu olmadığı belirtilen Gaziantep’te 1972 yılında kale ve çevresinde yapılan tespit çalışmaları ile birlikte alınan toplu tescil kararlarını 1979 yılında kentsel sit kararı ve koruma amaçlı imar planı çalışması izlemiş, 1987, 1993, 1997 ve 2011 yıllarında gerçekleştirilen revizyonlarla günümüze gelinmiştir.
[15]
Tarihî kent merkezinde bulunulan kısıtlı sürede kentsel dokuya ilişkin ayrıntılı tespit yapma şansı yakalanamamış ancak Kale, Şirvani ve Kurtuluş Camileri ve Bayaz Han’daki hasarlara ilişkin gözlem yapılabilmiştir.
Roma döneminde ileri karakol olarak yapıldığı düşünülen ve tarihî kentin çekirdeğini oluşturan Gaziantep Kalesi, yaklaşık 200 metre çapındaki bir alanı çevreleyen 30 metre yüksekliğindeki 12 burç ve surlarla çevrelenmiştir.[16] Yakın dönemlerde yapılan restorasyonlarda büyük çaplı bütünlemelere ya da yeniden yapıma konu olan Kale’nin deprem sonrasında burçlarında ve surlarında derin strüktürel çatlaklar ve yıkılmalar gözlenmiştir. (Resim 13)
Kalenin güneybatısında 17. yüzyılda inşa edildiği öne sürülen Şirvani Camisi’nin de yakın tarihlerde onarım gördüğü bilinmektedir.[17] Yapının doğu yönündeki beden duvarı, ağır hasar almış, minaresi ise çökmüştür. Minareden düşen parçaların etkisiyle kiremit örtülü çatı, kısmen zarar görmüştür. (Resim 14)
19. yüzyıl sonlarında Gotik üslubuyla inşa edilen eski bir kiliseyken sonraki yıllarda camiye çevrilen Kurtuluş Camisi’nin önceden çan kulesi olan minaresi ve kubbesinin yıkıldığı tespit edilmiştir. (Resim 15) 20. yüzyıl başlarına tarihlenen Bayaz Han’ın ise batı yönündeki beden duvarı yıkılmıştır.
Malatya
Malatya tarihî kent merkezinde bulunulan kısıtlı sürede Yeni Cami, Hükümet Konağı, Gar ve günümüzde restore edilerek Etnoğrafya Müzesi olarak işlevlendirilmiş bir grup geleneksel konuttan oluşan Beşkonaklar hakkında bilgi edinilmiştir.
Kent merkezinde Kapalı Çarşı ve Bakırcılar Çarşısı arasında bulunan Yeni Cami, yerel halk arasında “Büyük Zelzele” diye anılan 1894 depreminde yıkılan Hacı Yusuf Camisi’nin yerine inşa edilmiştir.[18] 18 yıl süren inşaat süreci 1912 yılında tamamlanarak ibadete açılan Yeni Cami, varlığı boyunca yaşanan doğal afetlerde zarar görmüş ve kapsamlı onarımlara konu olmuştur. (Resim 17) Yakın tarihte (2005 yılı) Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılan cami, 24 Ocak 2020 tarihinde Sivrice-Elazığ’da gerçekleşen depremde[19] ağır hasar almıştır. Özellikle kubbe ve kubbe kasnağında strüktürel sorunlar tespit edilen yapı, bunun üzerine restore edilerek güçlendirilmiştir. Malatya Yeni Camisi’nde neredeyse depremin hemen öncesinde güçlendirme yapılmış olmasına rağmen yapının yıkılmış olması restorasyon kararlarında ve/veya uygulama / denetleme süreçlerinde bir aksaklık olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Bu açıdan hazırlanan teknik projelerin niteliği başta olmak üzere uygulama / denetleme süreçlerinin ve kapsamlı onarım /restorasyon kararlarını alan yetkili kurulların kompozisyonun tarafsız ve bilimsel bir bakış açısıyla sorgulanmasının ve eğer bir aksaklık varsa tespit edilmesinin gelecek için önemli olduğu açıktır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün hazırlamış olduğu Tarihî Yapılar için Deprem Risklerinin Yönetimi Kılavuzu’nda; kültür varlıklarının yapısal güvenlik durumunun değerlendirilmesi ve sağlamlaştırma önerilerinin geliştirilmesi için tarihî yapıların korunması konusunda deneyimli inşaat mühendislerinin taşıyıcı sistemi ayrıntılı olarak incelemesi ve önerilerini koruma uzmanı mimarlarla işbirliği içinde olgunlaştırmasının beklendiği yönündeki vurgu, dikkat çekicidir.[20]
1938 yılında inşaatına başlanan Hükümet Konağı, 1941 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır.[21] II. Ulusal Mimarlık akımının özelliklerini taşıyan ve 2011 yılında kapsamlı onarım / restorasyon geçirmiş betonarme iskeletli yapının deprem sonrasında ayakta kalmış olsa da kimi taşıyıcı kolonlarında çatlaklar olduğu ve duvarlarının bir bölümünün yıkıldığı tespit edilmiştir. (Resim 17)
1931 yılında iki katlı olarak inşa edilen tarihî Malatya Garı’nın zemin katı bekleme salonu ve idari yapılara ayrılmış, üst katı ise lojman olarak tasarlanmıştır. Beden duvarları yığma olan yapının döşemesinde çelik putrellerle desteklenmiş betonarme bir sistem kullanılmış, taşıyıcıları ahşap olan kırma çatı ise kiremitle örtülmüştür. Yapıda iki kat yüksekliğindeki bekleme salonunun iç mekânında ve giriş cephesinde sıva dökülmeleri dışında bir hasar tespit edilmemiştir.
Çevresindeki beş katlı betonarme sistemle yakın tarihlerde inşa edilmiş yapıların bir bölümünün yıkıldığı saptanan 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş iki katlı ahşap çıkmalı beş adet geleneksel konuttan oluşan Beşkonaklar Etnoğrafya Müzesi’nde dışarıdan yapılan ilk gözlemde küçük sıva dökülmeleri dışında herhangi bir hasara rastlanmamıştır. (Resim 18)
Yeşilyurt (Malatya)
2005 yılında çok sınırlı bir bölge seçilerek kentsel sit olarak ilan edilen Yeşilyurt İlçesi’nde Koruma Kurulu tarafından tescili gerçekleştirilen yalnızca 32 adet yapı bulunmaktadır. Utaş Aslan’a göre, yerleşim genelinde 467 adet yapı daha kültür varlığı değeri taşımakta ve tescil edilmesi önerilmektedir.
[22] Tescil sayısının yetersizliği yönünden bu olumsuz istatistiğin Türkiye genelindeki pek çok tarihî yerleşim açısından da benzer olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yeşilyurt gibi geleneksel kentsel dokularda yapılan tespitlerin ve belirlenen koruma sınırlarının yetersizliği, bütüncül koruma anlayışının geliştirilebilmesi için başlangıç adımı olan “yerin öneminin ve korunacak değerlerin belirlenmesi” aşamasının dâhi gerçekleştirilmesini engellemektedir.
Yerel yönetim tarafından kamulaştırılarak restore edilen ve çeşitli temalardaki müzelere ya da turizme yönelik hizmet yapılarına dönüştürülen Adıyaman Sokak üzerindeki geleneksel konutların da depremde hasar aldığı anlaşılmıştır. Kapsamlı onarım / restorasyon gerçekleştirilen ahşap karkas iskeletli geleneksel yapılarda hasarların daha az olduğu, ancak geleneksel yapım teknikleriyle uyumlu olmayan ekler ya da müdahaleler almış ya da ihmal edilerek bakımsız kalmış yapılarda hasarların ağırlaştığı tespit edilmiştir. İlk gözlemlerde ahşap döşeme kirişlerinin sabitlendiği ve ocak kullanımının olduğu kerpiç ya da taş, tuğla yığma beden duvarlarında hasarların yoğunlaştığı belirlenmiştir. (Resim 19)
Kahramanmaraş
14. yüzyılda gerçekleşen bir depremde yıkılan Maraş kenti, Dulkadiroğulları yönetiminde bugünkü kale civarında yeniden kurulmuştur.
[23] Kentte ulaşılabilen kültür varlıkları arasında ilk yapımı 15. yüzyıla tarihlendirilen Ulu Cami ile 18. yüzyıla tarihlendirilen Arasa Camisi ve 19. yüzyılın ikinci yarısı ya da 20. yüzyıl başlarında inşa edilmiş Eski Lise / Edebiyat Müzesi, Dedeoğlu ve Çiftaslan konakları bulunmaktadır. Ulu Cami’nin minaresi yıkılmış ve son cemaat mahalli ağır hasar almıştır. (
Resim 20) Benzer şekilde Arasa Camisi’nin de ilk yapım evresinden günümüze ulaştığı düşünülen minaresi yıkılmıştır. (
Resim 21)
Günümüzde Edebiyat Müzesi olarak işlevlendirilmiş olan eski Maraş Lisesi’nin de giriş merdivenleri ile beden duvarlarının bir bölümünün depremde yıkıldığı tespit edilmiştir. Ahşap karkas yapım tekniğine sahip Dedeoğlu ve Çiftaslan konaklarının ise ana yapılarında büyük bir hasar gözlenmemekle birlikte kargir avlu duvarları yıkılmıştır.
Adıyaman
İlk yapımının 16. yüzyılda gerçekleştirildiği ancak günümüze gelen tasarımın 1863 tarihli olduğu öne sürülen Adıyaman Ulu Camisi, depremde ağır hasar görmüş, yapının yalnızca iki beden duvarı ayakta kalabilmiştir. (
Resim 22) Kent merkezinde yer alan, ilk yapımının 18. Yüzyılda gerçekleştirildiği belirtilen Yenipınar Camisi’nin de minaresinin yıkıldığı tespit edilmiştir. (
Resim 23)
Yaylakonak Kırsal Yerleşimi (Adıyaman)
Adıyaman kent merkezine 23 km. uzaklıkta konumlanan Yaylakonak kırsal yerleşiminin dokusunu ağırlıkla yığma taş-kerpiç duvarlı, ahşap döşemeli ve toprak damla örtülü geleneksel yapıların oluşturduğu bilinmektedir. Depremde neredeyse tamamı yıkılan geleneksel dokulardan biri olan Yaylakonak’a dair herhangi bir tespit ya da tescil kaybının bulunmaması, yitirdiğimiz kırsal mirasa dair bilançoyu anlamamızı zorlaştırmaktadır. (
Resim 24)
GELECEĞE (İLK TOPARLANMA)YA YÖNELİK ÖNERİLER ve SON SÖZ
Yaşanan travmanın ardından yaşamın yeniden kurulması ve toplumsal psikolojinin iyileştirilebilmesi için kültürel mirasın korunmasına yönelik yerel toplumla birlikte oluşturulacak gelecek kurgularının uzun erimde sürdürülebilir toparlanmaya olumlu katkı sağlayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. 6 Şubat depremlerinin bir ay sonrasında gereksinim duyulan insani ihtiyaçların giderilmesine yönelik çalışmaların sürdüğü bilinmektedir. İnsani yardımların yanı sıra ağır hasar alan kültür varlıklarında ilk günlerde gözlenen güvenlik açığının giderilmesine ve yıkılan tarihî yapıların kalıntılarına uygun olmayan müdahalelerin engellenmesine yönelik çabaların gösterildiği gözlenmektedir. İstisnai örnekler dışında henüz uygulanamasa da ilgili kuruluşlar tarafından hasar gören tarihî yapıların ayakta kalan bölümlerinin acil desteklerle güvenli hale getirilmesine yönelik çalışmalara başlandığı açıklanmıştır. Meslek odalarının ve uzmanların yaptığı uyarıların dikkate alınarak süreçte yaşanan olumsuzlukların giderilmesine yönelik çabalar kuşkusuz olumludur. Yukarıda kısaca değinilen “kültürel miras ilk yardımı”nın uygulanmasından sonraki adımın “kurtarma ve rehabilitasyon için fikir birliği odaklı bir eylem planı” hazırlığı olması gerektiği ifade edilmektedir.
[24]
Depremin kültürel miras üzerinde yarattığı yıkımın nedenlerinin iyi anlaşılması için ülkemiz koruma mevzuatının ve pratiğinin tüm yönleriyle tarafsız ve bilimsel bir bakış açısıyla sorgulanması, geleceğin doğru kurulabilmesi için büyük önem taşımaktadır. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girdiğimiz şu günlerde ulusal kültür envanterinin küçük kasaba ve köyleri de kapsayacak şekilde tamamlanarak yüzlerce yıllık birikimimizin hızla yasal koruma altına alınması beklenmektedir. Bütüncül bir bakışla ve tüm toplum kesimlerinin katılımıyla hazırlanacak bir koruma planına bağlı olarak eldeki kaynaklar dahilinde aşamalandırılacak “ilk toparlanma” evresinin merkezinde yerel halk yer almalıdır. Kültürel çeşitliliğin korunmasını da gözeterek geliştirilmesi gereken eylemler, yerleşimdeki eski sorunları da iyileştirici bir yaklaşımı benimsemelidir.
Somut olmayan kültürel mirasın taşıyıcısı yerel halkın bölgedeki varlığını sürdürebilmesi için kendi kendine yetebilecek yaşam kaynaklarına erişmesi önemlidir. Tarihî kentlerde özellikle özel mülkiyetteki sivil mimarlık örneklerinin onarımı için proje ve uygulama süreçlerine destek sağlanması bütüncül bir iyileştirmeye katkı sağlayacaktır. Sağlanacak desteklerin yalnızca tescilli kültür varlıklarıyla sınırlı kalmaması, korunması gerekli kültür varlığı değeri taşıyan tüm yapıların önce tescil kaydının yapılarak bu kapsama alınması ve çok katmanlı kentlerde yürütülecek çalışmalarda potansiyel arkeolojik katmanların gözetilmesi önemlidir. Tarihî kentlerin iyileştirilmesinde dokuya eklenecek çağdaş tasarımların özgün dokuyu gözeterek geliştirilmesi uygun olacaktır. “Kültür varlıklarının korunmasının temelde bir risk yönetimi” olduğunu kabul ederek yaşanan felaketten alınacak derslerle risklerin azaltılması için afet öncesi hazırlıklara gereken önemin gelecekte verilmesi temennisiyle.[25]
NOTLAR
[1] Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün verilerine göre 6 Şubat 2023 saat 04.17’de Sofalaca-Şehitkâmil-Gaziantep merkezli aletsel büyüklüğü Mw=7.7, aynı gün saat 13.24’de Ekinözü-Kahramanmaraş merkezli aletsel büyüklüğü Mw=7.6 ve 20 Şubat 2023 saat 20.04’de Büyükçat-Samandağ-Hatay merkezli aletsel büyüklüğü Mw=6.3 olan çok şiddetli depremler gerçekleşmiştir.
[2] Tandon, A., 2018, Kriz Zamanlarında Kültürel Miras için İlk Yardım. Kültürel Varlıkların Korunması ve Restorasyonu için Uluslararası Çalışma Merkezi (ICCROM), Roma.
[3] TMMOB Mimarlar Odası, 2023, 6 Şubat 2023 Depremleri Tespit ve Değerlendirme Raporu, 23 Şubat 2023. http://www.mo.org.tr/_docs/MO06022023DEPREMTESPIT.pdf
[4] Ahunbay, Z.; Akkurt, H. B.; Bozkurt, C.; Dostoğlu, N.; Ekinci, O.; Kayın, E.; Madran, E.; Tapan, M.; 2011, “Koruma Alanı Yeniden Tarifleniyor: Gelişmeler Üzerine Uzman Görüşleri”, Mimarlık, sayı:362.
[5] Vatan Kaptan, M., 2019, Miras Alanlarında Risklerin Yönetimi: Afet Öncesi- Sırası- Sonrası Yapısal Durum Tespiti, Kültür Varlıklarına Yönelik Afet Risklerinin Yönetimi, (ed.) Ünal, Z. G., Ertürk, N., Maviay Ofset Matbaa, İstanbul.
[6] Tandon, 2018.
[7] TMMOB Mimarlar Odası, 2023, ICOMOS Türkiye Milli Komitesi, (2023). Kültür Varlıkları ve Deprem: Görüş, Değerlendirme ve Öneriler, 1 Mart 2023. http://www.icomos.org.tr/Dosyalar/ICOMOSTR_tr0515254001678046175.pdf
[8] Demir, A., 1996, “Çağlar”, Antakya, Akbank Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul.
Pamir, H., 2009, Arkeolojik Kent Antakya. İçinde Antakya (Hatay) Koruma Amaçlı Nazım ve Uygulama İmar Planı Revizyonu Araştırma Raporu (s. 16-21). Antakya İlçe Belediyesi.
- Rifaioğlu, M. N., 2012, An Enquiry into the Definition of Property Rights in Urban Conservation: Antakya (Antioch) from 1929 Title Deeds and Cadastral Plans, yayımlanmamış doktora tezi, ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
- Tezer, S. T., 2019, Yerleşme Tarihi Çalışmaları için Bir Çerçeve: Antakya Örneği, yayımlanmamış doktora tezi. MSGSÜ FBE. İstanbul.
[9] 1 mil= 1,479.5 metre.
[10] Demir, 1996.
[11] Pamir, 2009.
[12] Rifaioğlu, 2012; Tezer, 2019.
[13] Necipoğlu, G. (2013). Sinan Çağı Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimari Kültür. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
[14] Sürmeli, B. S., 2019, Hatay Musa Dağı Kırsal Yerleşimleri ve Geleneksel Konutların Korunması için Öneriler, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İTÜ FBE, İstanbul.
[15] Cansunar Yetkin, G., 2022, “Gaziantep için Çağdaş bir Koruma Yaklaşımı”, Mimarlık, sayı:427.
[16] Yıldırım, A. E., 2011, Kentsel Koruma Projelerinde Aktörlerin Örgütlenmesi Gaziantep, Kuşadası ve Mudurnu Örnekleri Üzerinden Türkiye’nin Tarihi Kent Dokularında Uygulanabilir Örgütlenme Modellerine Yönelik bir Araştırma, yayımlanmamış doktora tezi, AÜ SBE, Ankara.
[17] Çam, N., 2006, Gaziantep Türk Kültür Varlıkları Envanteri. Türk Tarih Kurumu.
[18] Göğebakan, G., 2004, Fotoğraflarla Geçmişte Malatya. Malatya Belediyesi.
[19] Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü’nün verilerine göre 24 Ocak 2020 saat 20.55’de Sivrice-Elazığ merkezli aletsel büyüklüğü mw=6.5 olan çok şiddetli bir deprem gerçekleşmiştir.
[20] Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2017, Tarihi Yapılar için Deprem Risklerinin Yönetimi.
[21] Sarı, F. Z.; Umar, N., 2023, Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemi Kamu Yapıları: Malatya Kenti Örneği, Art-Sanat, sayı:19, ss.415-445.
[22] Utaş Aslan, G. (2022). Malatya Yeşilyurt Geleneksel Dokusunun Mimari Özellikleri ve Molla Kasım Mahallesi 108 Numaralı Geleneksel Evin Koruma Projesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. MSGSÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
[23] Paköz, E. A. (2013). Maraş Sivil Mimari Yapılarının İncelenmesi ve Gözlüklü Ali Evi Restorasyon Önerisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. YTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
[24] Tandon, 2018.
[25] Ünal, Z. G.; Ünal, M., 2019, “Kültür Varlıklarına Yönelik Bütünleşik Afet Risklerinin Yönetiminde Acil Müdahale Evresi”, Kültür Varlıklarına Yönelik Afet Risklerinin Yönetimi, (ed.) Ünal, Z. G.; Ertürk, N., Maviay Ofset Matbaa, İstanbul.
Bu icerik 1966 defa görüntülenmiştir.