430
MART-NİSAN 2023
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: DEPREMLERLE YÜZLEŞMEK

Afetlere İlişkin Modern Mimarlığın Tarihi Ne Söyler?

M. Haluk Zelef, Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü

 

Ülkemizde yüzyılın en büyük afeti olarak adlandırılan 2023 Türkiye Suriye depremleri pek çok bilim dalından uzmanlar tarafından yorumlanıyor ve gelecekteki olası depremler için ders çıkarılması gereken yönler vurgulanıyor. Bir yandan da tarihsel bir perspektifle önceki depremler gündeme geliyor ve bunların toplumsal bellekteki yeri, günümüze neler aktarıldığı tartışılıyor. Bu kısa yazıda mimarlık tarihinden bir örnekle konuya katkı yapmayı hedefliyorum. Bu tür değerlendirmeler toplumsal ve kişisel belleklerde yer tutan doğal afetleri mimarlık kültürünün bir parçası yaparak ülkemiz mimarlarının konuya ilgisini artırır umuyorum. Bununla ilişkili olarak üstünde duracağım anekdot belki mimarların eğitiminde ders olarak okutulan ve belki de bu nedenle öğrencinin genellikle mesafeli durduğu ve mezuniyetle birlikte unuttuğu, çoğunlukla form odaklı verilen mimarlık tarih derslerinin de dönüşümünde rol oynar.

Modern mimarlık tarihinin aktörleri ve yapıtlarının doğa ile ilişkisi farklı boyutlarıyla tartışılırken, şaşırtıcı bir biçimde deprem konusuna neredeyse hiç değinilmemiş olduğu göze çarpar. Ancak gerek zaman gerek coğrafya olarak uzak görünse de ilginç benzerlikler nedeniyle bugün yaşadıklarımız için de çıkarımlar yapabileceğimiz bir örneği hatırlatmak anlamlı.[1]

Günümüzden tam 100 yıl önce meydana gelen Büyük Kanto depremi, Richter ölçeğiyle 7,9 büyüklüğü ve 140bin kişiyi aşan insan kayıplarıyla Japonya’nın karşılaştığı en yıkıcı afettir. Coğrafi olarak aynı körfeze bakan ve kentsel olarak bütünleşen Yokohama ve Tokyo’daki büyük kayıplar sadece yer sarsıntısı nedeniyle değil aynı zamanda oluşan tsunami ve büyük çoğunluğu ahşap olan yapı stoğunu yok eden yangınlar nedeniyle meydana gelmiştir. (Resim 1)

Mimarlık konusuna odaklanmadan önce yapılacak literatür taraması ile bu depremin sosyal ve kültürel boyutları ve deprem sonrası yeniden inşa süreçleri hakkında ilginç değerlendirmelere ulaşmak mümkün.[2] Japonya’nın batılılaşma sürecinde çok önemli bir kent olan Yokohama, 19. yüzyıl ortalarında Amerikan filosunun zorlamasıyla ülkenin ticari bir pazar olarak açılması yanında, demokrasi, toplu sözleşme ve kadın hakları gibi liberal değerlerin de ülkeye girdiği bir kapı olarak nitelendirilir. Avrupa / Amerikan ticaret kentlerini karakterize eden yapılar da öncelikle bu kentte ortaya çıkar. Bunların arasında neoklasik yapı dilindeki yüksek yapılar çok sayıdadır. Tüm bu yenilikler tahmin edilebileceği gibi Japonya’daki muhafazakarlar arasında tepkiye yol açmıştır ve bu çevreler depremi yozlaşmaya karşı ilahi bir ceza olarak görmüşlerdir. (Resim 2)

1923 Japonya’sı ile 2023 Türkiye’si arasında başka benzerlikler de şaşırtıcı. Asya’da topraklarını genişleten ve Kore’yi de ilhak eden Japonya, bu ülkeden önemli bir nüfusun da göç ettiği bir yer. Yazar Hammer’in ifadesiyle deprem insanlığın karanlık yüzünü ortaya çıkarıyor; yangınlar çıkardığı, suları zehirlediği veya yıkıntılar arasında hırsızlık yaptığı gerekçesiyle önemli sayıda yabancı nüfus saldırılara uğruyor ve 6.000 kişi öldürülüyor.

İnsanlığın aydınlık yüzüne dair notlar da Kanto depremi hakkındaki yayınlarda yer alıyor. Uluslararası yardımlaşma kampanyalarının belki de ilki olarak görülen felakette, Japonya hükümetinin ilk aşamalarda yetersiz kalışı ve batılı ülkelerin özellikle de Amerikalıların (Kızılhaç kurumu aracılığıyla) kurtarma ve destek çalışmalarında önemli roller aldığı vurgulanıyor. Ancak zamanla bu yardımlaşma havası kayboluyor ve iki ülkenin kamuoyunda yabancı düşmanlığına varan suçlayıcı ve kızgın bir hava hakim oluyor.

Bilimsel bilginin değerine ilişkin notlar da çarpıcı. Yazar batı üniversitelerinde yetişen sismoloji alanındaki ilk nesil bilim adamlarından Imamura’nın depremi 16 yıl öncesinden tahmin ettiğini ancak hükümet yetkilileri ve diğer akademisyenler tarafından etrafı velveleye vermekle suçlandığını, neredeyse kariyerinin sona erdirildiğine işaret ediyor.

Deprem ve öncesine ilişkin benzerlikler yanında deprem sonrasındaki gelişmelerde de Türkiye ile olası benzerliklere de işaret etmek, ders çıkarmak ve uyarılarda bulunmak mümkün. Afetin hemen ardından Tokyo’nun yeniden doğuşu programı uygulamaya geçer ve 7 sene sonra 1930’da bir milyon kişinin katılımıyla gerçekleşen törenlerle kentin yeniden inşası kutlanır. Yeni geniş yollar, köprüler, kanallar ve binalar başkentin modernleşmesi yönünde önemli bir eşik olarak görülse de bu planlama süreçlerinin bütün toplumsal grupları kapsadığı ve herkesin aynı hevesle katıldığı tartışmalıdır. Büyük Kanto depreminin meydana geldiği 1 Eylül gününün 1960 yılından itibaren Afet Korunma Günü olarak anılması ve duyarlılığın arttırılması da örnek bir gelişme olarak kabul edilmelidir. Mimarlık dünyası da bu konuda bir girişimde bulunarak, akıllara ilk gelecek önerilerden birini uygulamaya koyar.[3] Afetten yaklaşık iki sene sonra Deprem Anma Binası için mimarlık yarışması düzenlenir ve geniş katılımın olduğu bu yarışmada 50 metre yüksekliğinde bir betonarme kule birinciliği kazanır. Ancak özellikle muhafazakar kesimlerden gelen baskılar dolayısıyla fazla “batılı” görünümde olduğu için bu projeden vazgeçilir ve yerine geleneksel Budist mabetlere benzer bir yapı inşa edilir.

Büyük Kanto depreminin mimarlık tarihi açısından en bilinen yansıması ise Tokyo’da Frank Lloyd Wright tarafından tasarlanan Imperial Hotel binasıdır. Bu yapının incelenmesi günümüzdeki depremlerde yıkımın kaynağını betonarme yapı teknolojisinde gören ve çözümün de sorgulamadan ahşap ve çelik yapı teknolojilerinde olduğuna ilişkin genel yaklaşımı bir kez daha gözden geçirmeye fırsat tanır. (Resim 3)

1913-1923 arasında inşaatı süren bina genelde geniş ve alçak bir kitle olmakla birlikte orta bölümünün yüksekliği 25 metreyi bulur, yani o dönemde izin verilen üst limite yakın yüksek bir yapı olarak görülebilir. Otel depremi zarar görmeden atlatır ve bu durum hem mimarın uluslararası kariyeri açısından hem de binanın getirdiği çözümlerin uygulanabilirliğini vurguladığı için çok önemli bulunur. Binanın mühendisliğinin Japonya koşullarına uyarlanması da yine Amerikalı, betonarme donatıları konusunda patentlere sahip bir mühendis olan Julius Kahn (endüstriyel yapıların mimarı olarak bilinen Albert Kahn’ın kardeşi) tarafından yapılır ve inşaat süreci de onun Truscon firması katkısıyla yürütülmüştür. Günümüzde en yetkin deprem dayanımlı yapıların çözümünü geliştiren Japonların da başka ülkelerde geliştirilen teknik know-how’dan faydalandığını görmek ilginçtir. (Resim 4)

Aslında o dönemdeki Japonya’daki yüksek yapıların pek çoğunun yabancı firmalar tarafından inşa edildiğini söylüyor tarihçiler. New York, Chicago gibi kentlerdeki gökdelenler için geliştirilen çelik yapı teknolojileri 1920’lerin hemen başında George A. Fuller gibi Amerikan inşaat şirketlerinin aracılığıyla Yokohama’da örneklerini vermektedir. Ancak o dönemde özellikle de 1906 San Francisco Depreminden sonra, özellikle de yangına karşı taşıdığı riskler açısından çelik dışındaki diğer yapı elemanları özellikle betonarme gündemdedir. 1908’den itibaren yapı şartnameleri değiştirilerek betonarme binalar inşa edilmeye başlar.[4] Kariyeri boyunca estetik kaygılar yanında, korozyon ve yangına az dayanımı olması gibi teknik sebeplerle de mesafeli olan Wright o dönemlerden itibaren betonarmeyi benimser ve Imperial Hotel de betonarme olarak inşa edilir.

Wright sadece betonarme /çelik ikilemi hakkında değil, o dönemde depreme karşı dayanıklı yapı üretmenin diğer boyutları üzerinde bilgi ve fikir sahibi görünmektedir. Örneğin 1913 yılında Tokyo’ya ilk kez gidişinde, zeminin taşıma kapasitesi konusunda araştırma yapmakla işe başlar. Tokyo gibi yumuşak / sıvılaşan zeminde nasıl bir temel uygulamalı konusunda 20m derinlikteki sağlam zemine kadar ulaşan uzun kazıkları değil, sıvılaşan derin katmanın üstündeki kısmen dayanıklı katmanı güçlendirmek üzere, sayıları binleri bulan kısa “sürtünme kazıkları” ile oluşturulacak bir temeli tercih eder. (Resim 5) Wright bu yöntemle güçlenen temel için denizin üstündeki bir savaş gemisi benzetmesini yapar. Ayrıca betonarme inşaat yöntemini ve malzemeleri olabildiğince hafifleterek yapının yumuşak zeminde yüzmesini kolaylaştırmayı hedefler. Hafiflikle birlikte strüktürün rijit değil esnek olmasını ve deprem dalgalarına uyum sağlamasını önerir. Bu esnekliği sağlayacak bir başka faktörün de yapı bloklarını küçültmek olduğunu düşünerek uzun kitleleri dilatasyonlarla alt parçalarına ayırır.

Sonuçta çelik strüktürlü çok katlı yapılar depremde önemli hasarlar alırken Imperial Hotel sadece az masraflı tamiratlar gerektiren küçük zararlara uğrar. Mimar aynı zamanda depremin ardından çıkabilecek yangınlara karşı da tedbir olarak, kaçakları engellemek üzere tüm su elektrik ve gaz tesisatının binadan bağımsız ve esnek bağlantılarla kurgulanmıştır. Çevrede oluşabilecek yangınlara karşı da kullanılmak üzere ön bahçede çok geniş bir havuz tasarlanmıştır. Tüm bu öngörülü çözümler sayesinde bina deprem sonrasındaki yangınlarda sığınılacak bir yer olur, ardından yardım faaliyetlerine ev sahipliği yapar. 1968 yılına dek otel olarak hizmet veren yapı kent merkezindeki arsasında oluşan rant baskısına dayanamaz ve yerine 17 katlı yeni bir otel inşa etmek üzere yıktırılır. Yapının giriş bölümü ise daha sonra Nagoya kentindeki bir mimarlık müzesinde yeniden inşa edilir.

Bu yapının öyküsü mühendisler ile deneyimli bir mimarın birlikte çalışması ve yapım sürecinin yetkin bir inşaat süreciyle gerçekleştirilmesinin dayanıklı binalar yapılması için ne kadar elzem olduğuna ilişkin bir not olarak değerlendirilmelidir.[5] Ünlü mimarın felsefesi, estetik dili, yapının mekânsal nitelikleri vb. kavramlar yerine afeti ana eksene alarak binalarının incelenmesinin de mümkün olduğuna dair bir hatırlatmadır. Strüktürel çözümlerde de -her ne kadar literatürde farklı değerlendirmeler olsa da-[6] kredi mimarların efsane üretme geleneğine uygun olarak “dahi” mimara gider. Yapının strüktürel tasarımcısı olan inşaat mühendisi de Wright’ın rolünü çok önemser.[7] İnşaat şirketi de hazırladığı reklamda, hemen deprem ertesinde binanın güvende olduğunu belirten telgrafa Wright’ın verdiği cevabı ön plana çıkarır: “Biliyordum”.[8]

Yüzyıl sonra Türkiye’de gerçekleşen depremde de zarar görmeyen özellikli yapıların mimarları, sosyal medyada görünürlük kazanıyor. Oysa depremlerin ancak kahraman mimarlar, mühendisler veya üstleniciler tarafından üstesinden gelinebilecek afetler olmadığını, sıradan her inşaatta şartnamelere uyulması ile en azından güvenli yapıların inşa edilmesinin mümkün olduğunu bilmek önemli. Ne de olsa meşhur Vitruvius üçlemesinden beri “firmitas” mimari niteliklerin ilki olarak anılıyor… (Resim 6, 7)

NOTLAR

[1] Dönemin gazetelerinde bu depremden Türkiye için çıkarımlara dair notlar görülüyor, gerçek anlamda ne kadar etkin dersler çıkarıldığı ise şüpheli. Yeni bir cumhuriyetin ilan edildiği 1923 sonbaharı gündeminde afetler ve mimari çözümlerinin ön planda olmaması anlaşılabilir. İlgilenenler için kaynak: Tuna, P., 2022, “Türk Kamuoyunda Büyük Kanto Depremi, 1923”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, cilt:22, sayı:45, ss.595-621.

[2] İlgilenenlere yakın tarihlerde yayınlanan iki kitap önerilebilir. Hammer, J., 2011, Yokohama Burning, FreePress, New York, Schencking, C., 2013, The Great Kanto Earthquake and the Chımera of National Reconstruction in Japan, Columbia University Press, New York.

[3] Deprem ardından Türkiye’de de aynı süreç üstelik daha hızlı olarak gündeme gelmiş gibi görünüyor. https://www.arkitera.com/haber/uluslararasi-deprem-muzesi-mimari-proje-yarismasi-danisma-ve-duzenleme-kurulu-icin-cagri/ [Erişim: 20.02.2023]

[4] Türkiye’ye Fransız Hennebique firmasıyla giren betonarme inşaat örnekleri de birkaç sene farkla İstanbul’da görülür. Türkiye’de betonarme inşaat hem heykelsi form üretme kapasitesi hem de dayanıklılığı açısından mimarları uzun yıllar boyunca cezbetmiştir. Örneğin Şevki Vanlı betonarmenin sadece şartname uygulaması olmadığını, onunla sezgisel olarak da çok ilerici çözümlere ulaşılabileceğini iddia eder. Buna ilişkin verdiği örneklerinden biri Wright ve depremde yıkılmayan Tokyo’daki yapılarıdır. Vanlı, Ş. (1955) “Betonarme ve Mimari”, Arkitekt, no:281, ss.132-133.

[5] Siry, J., 2008, “The Architecture of Earthquake Resistance”, JSAH, cilt:67, sayı:1. Yapı hakkındaki bilgiler derlenirken bu çok detaylı makale yanında Kathryn Smith’in çalışmasından yararlanılmıştır. Smith, K., 2018, “Materials and Structure in Frank Lloyd Wright’s Imperial Hotel: Failure and Success”, Journal of Organic Architecture and Design, cilt:6, no:3, ss.5-37. Adı geçen yazarlar yanında başka araştırmacılar inşaat sürecini yürüten Paul Mueller’in de deneyiminin ve titizliğinin çok önemli olduğunu belirtirler. Saint A., 2007, Architect and Engineer Yale Uni., New Haven.

[6] Örneğin deprem mühendisliği alanında Earthquakes and Engineers gibi önemli yayınları olan Reitherman otelin tasarımında sismik hareketlere karşı geliştirildiği söylenen tedbirlerin günümüz için kısmen geçerli olduğunu belirtir. Otelin yapıldığı günlerde de Japonya’da yetkin bir deprem mühendisliği birikimi olduğunu ve Tokyo’da daha dayanıklı yapıların da inşa edildiğini yazar. Reitherman, R., 1980, “Frank Lloyd Wright’s Imperial Hotel: A Seismic Re-evaluation”, 7th World Conference on Earthquake Engineering, Istanbul, cilt:4, ss.145-152.

[7] İnşaat Mühendisi Floto, Chicago inşaat kodlarında gereksiz bir canlı yükün hesaba katıldığını ayrıca iyi bir işçilik ve inşaat denetimiyle emniyet katsayılarının daha düşük olarak hesaba katılabileceğini söyler. Bu nedenle kendi yaptığı hesaplara uyulmadığını ve projenin Wright tarafından Tokyo’da yeniden ele alındığını söyler. Bu durumdan rahatsızlık duymadığı anlaşılan mühendis bu sayede daha ince yapı elemanlarının Japonya’da üretilebilmesinin sağlandığını ayrıca zemin etüdünün ve uygun temel tasarımının da mimar tarafından saptandığını belirtir. Mimara başka bir mühendislik hizmeti almadan strüktürel hesapları değiştirecek kadar yetki verilmesi bu yapıya ilişkin literatürde sıkça yer verilse de ikna olması zor bir durum. Floto, J., 1924, “Imperial Hotel”, Architectural Record, cilt:55, sayı:2, ss.119-123.

[8] Wright Japonya’daki işvereninden gelen bir başka telgraftan bahseder: “Otel dehanızın bir anıtı olarak ayaktadır. Yüzlerce evsiz kusursuz işleyen hizmetlerden faydalanmaktadır” James, C., 1968, The Imperial Hotel, Tokyo.

Bu icerik 463 defa görüntülenmiştir.