MİMARLIK BAŞYAZI
Referandumun Mimarlık ve Kentler Üzerindeki Baskısı
Eyüp Muhcu, Mimarlar Odası Genel Başkanı
“‘Çılgın’ (aşırı davranışlarda bulunan, deli, mecnun) olmak ve çılgınca kararlar alınmak sanki bir maharet ve övünülecek bir durummuş gibi pazarlanmaya başlanmıştır. İnanılması güç olan, ‘çılgın’lığın bir kentleşme anlayışı olarak topluma lanse edilebilmesi ve bunun için basının bir araç olarak kullanılabilmesidir. Her alanda ‘rasyonel’ kararlara gereksinimimiz olduğu bir dönemde artık ‘çılgınlık’ revaçtadır.”
“Artık, ‘rantiye’nin kentsel yağma ‘çılgın’lığının önünde akıldan ve toplumsal duyarlılıktan başka ‘ayak bağı’ kalmamıştır.”
“Bu koşullarda bizlere düşen, yeni çılgınlıklara ve kentsel kaoslara karşı hazırlıklı olmak, mimarlığı, çağdaş-bilimsel bir planlamayı ve rasyonaliteyi daha kararlı bir şekilde savunmak değil midir?”
Türkiye, 12 Eylül 2010 tarihinde, özlenen “demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi” bir Anayasa ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, buna karşın bir dayatma olarak gündeme gelen ve her bakımdan yoğun bir tartışma ve gerilim ortamında yapılan bir referandum süreci yaşamıştır. Bunun sonucunda öngörülen Anayasa değişiklikleri, seçime katılan yurttaşların % 58’inin oyuyla kabul edilmiştir.
Bu gelişmenin ne anlama geldiğini doğru biçimde anlamak için güncel değerlendirmelerin ötesinde, dünyada ve ülkemizde kentleşmeyi etkileyen son yıllardaki gelişmelere kısa bir gözatmamızı zorunlu kılıyor.
Küresel kapitalist sitem, sürekli kriz üreten bir yapıya dönüşmüştür. Kendi ekonomik krizini bir süreliğine de olsa aşmak için çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir kentsel alanı ve yaşam alanlarını metalaştırmak için yoğun bir çaba göstermektedir. Bu nedenle kamu ve kültür varlıkları, kamusal alan, kent ortak donatı alanları, yeşil alanlar ve hatta asırlardır varlığını sürdüren yurttaşların yaşadığı mahalleler kimi küresel şirketlerin ve yerli ortaklarının hedefi haline gelmiştir.
Genel olarak dünyada yaygınlaşmakta olan doğa ve kent yağmasından Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu yoksul ve dışa bağımlı ülkeler daha fazla etkilenmekte ve bu süreçte “yeni sömürgecilik” politikaları kent ve doğa yağmasını siyasal iktidarlarla ortaklaştırarak varlığını pekiştirmektedir.
Türkiye, jeopolitik konumu, kentleşme politikalarına bakış, siyaset yapma biçimleri, kentsel ranta dayalı ekonomi, siyasetin finansman aracı olarak imar kararları, yatırımların dayatma olarak gündeme gelmesi, toplum katılımını dışlayan anti-demokratik uygulamalar gibi pek çok nedenle bilimsellikten uzak ve rasyonel olmayan kentleşme anlayışından etkilenen ülkelerin başında yer almaktadır.
Aynı anlayış çerçevesinde gündeme getirilen referandumla, “mimarlık, kent ve çevre” yağmasının önündeki “engellerin” kaldırılması ve bunun Anayasal güvenceye kavuşturulması için “her yol mubahtır” gibi bir yöntemle ortam hazırlanmış ve istenilen yönde sonuç alınmıştır.
Mimarlar Odası olarak, referandumla önerilen düzenlemelerin 1982 Anayasası’nın anti-demokratik özünü koruması, “yandaş bir yargı” yaratma çabası ve “kent, çevre ve kamu suçu” niteliğindeki pek çok karar ve uygulamanın iptali amacıyla açılan davalarda yürütmeyi durdurma ve iptal kararları vermesi nedeniyle, mimarlık, kent ve “ülke kaynaklarının yağmalanması ve pazarlanmasının önünde engel olarak görülen yargı”nın etkisizleştirilmesi ile amaçlanan “büyük yağma”nın gerçekleştirilebileceği…” ayrıca temel hak ve özgürlüklerle bağdaşmayan hükümler içermesi gibi pek çok gerekçe ile referandumda “HAYIR” yönünde tavır koymuştur.
Nitekim referandumdan çok kısa bir süre sonra yargı tarafından yürütmesi durdurulan ve / veya iptal edilen “kent suçu” niteliğindeki girişimlerin yöneticiler tarafından yeniden kamuoyu gündemine taşınması “malumun ilamı” anlamına gelmektedir.
Bu kapsamda, kültür varlıklarının kıyıma uğratılması, kıyıların yapılaşmaya açılması, limanların “portlaşması”, akarsular üzerinde 200’ü aşkın HES yapma girişimleri, tarım alanlarının “ekolojik tarım”, orman alanlarının “ekolojik turizm” adı altında veya yasa yapmak suretiyle yokedilmesi için daha büyük bir moralle girişimler yeniden başlatılmıştır.
Referandumdan sonra artık kentlerimiz ve ülke kaynakları daha büyük bir “rant” baskısı ile karşı karşıyadır. Kimi kurumlar kolları şimdiden sıvazlamış durumdadırlar. Son 6-7 yıldır kuralsız yatırım kararları, mimari estetikten yoksun tip projeler, katılımı dışlayan planlama süreçleri ile kentsel sorunların büyütülmesinde başrol oynayan TOKİ’nin daha büyük sorunlara imza atacağını yöneticiler açıkça ilan etmektedirler. 5393 sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası’nın 76. maddesini değiştiren yeni koşullarda 5998 sayılı Torba Yasa ile büyükşehir belediyelerine tanınan dönüşüm alanı ilan etme ve bu alanlara ilişkin verilen yetkilerle bu belediyelerin TOKİ gibi aynı rolü üstlenmeleri ise, mimarlık ve kentlerimizin geleceği bakımından daha fazla kaygılanmamız için yeterli neden oluşturmaktadır.
Gelinen bu yeni aşamada “referandum” rüzgârlarının etkisiyle, bilimsel dayanaktan yoksun ve hiçbir araştırmaya dayanmayan, “çağdaş ve bilimsel bir planlama” anlayışı ile bağdaşmayan “çılgın” proje kararlarından sözedilmeye ve kamuoyunun gündemine taşınmaya başlanmıştır.
“Çılgın” (aşırı davranışlarda bulunan, deli, mecnun) olmak ve çılgınca kararlar alınmak sanki bir maharet ve övünülecek bir durummuş gibi pazarlanmaya başlanmıştır. İnanılması güç olan, “çılgın”lığın bir kentleşme anlayışı olarak topluma lanse edilebilmesi ve bunun için basının bir araç olarak kullanılabilmesidir. Her alanda “rasyonel” kararlara gereksinimimiz olduğu bir dönemde artık “çılgınlık” revaçtadır.
Artık, “rantiye”nin kentsel yağma “çılgın”lığının önünde akıldan ve toplumsal duyarlılıktan başka “ayak bağı” kalmamıştır.
Bu koşullarda mimar meslektaşlar olarak bizlere düşen mesleki ve toplumsal sorumluluklarımıza sımsıkı sarılmak, kente ve çevreye karşı duyarlı tüm toplum kesimleri ile birlikte yeni çılgınlıklara ve kentsel kaoslara karşı hazırlıklı olmak, mimarlığı, çağdaş-bilimsel bir planlamayı ve rasyonaliteyi daha kararlı bir şekilde savunmak değil midir?
Bu icerik 4921 defa görüntülenmiştir.