356
KASIM-ARALIK 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • İstanbul
    Murat Belge, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi

  • İstanbul Dekorlaşıyor
    Çiğdem Şahin, Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma Derneği (FEBAYDER) Genel Sekreteri, İstanbul S.O.S Oluşumu Kurucu Üyesi

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: KÜRESELLEŞEN İSTANBUL

İstanbul’da Kentsel Dönüşüm: Mali Kaynak Yaratma Aracı Olarak Kent

Asuman Türkün, Doç. Dr., YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Bugün Tophane’de yaşananları anlayabilmek ve açıklayabilmek için “yeni kent politikaları”nın ve bunun arkasında yatan ideolojinin deşifre edilmesi gerekir.

1980’lerden sonra, dünyanın pek çok kentinde benzer eğilimlerin ortaya çıktığı, özellikle sanayisizleşme ve tüketime dayalı gelişmenin yaşandığı kentlerde, “yeni kent politikası”nın önemli bir unsuru olarak “kentsel dönüşüm” olgusunun gündeme geldiği görülmektedir. Dönüşüm sürecinin büyük ölçüde ulusal ve uluslararası gayrimenkul sektörünün kentsel toprak rantını maksimize etme talepleriyle yönlendirilmekte olduğu ve kentsel mekânın kendisinin en önemli sermaye birikim aracı haline geldiği açıktır. Dönüşüm kimi zaman serbest piyasanın işleyişine bırakılmakta ve birtakım tetikleyicinin varlığı, rant potansiyeli yüksek alanların serbest piyasa mekanizması içerisinde kısa zamanda “soylulaşma”sına olanak tanımaktadır. Kimi zaman ise piyasa içinde dönüşümü “kilitlenmiş” ya da daha zor görünen alanların birtakım plan ve proje kararlarıyla “dönüşüm alanı” ilan edildiği ve çıkarılan yasaların yardımıyla dönüştürülmelerinin hedeflendiği anlaşılmaktadır. İstanbul’da her iki dönüşümün çok sayıda örneği bulunmaktadır. Tarlabaşı ve Sulukule, tepeden verilmiş kararlar sonucu dönüşüme örnek teşkil ederken, Tophane birinci tür dönüşümün bir örneği olarak karşımıza çıkmakta... Her iki tür dönüşümde de sosyal, ekonomik ve çevresel koşullar için sürdürülebilir çözümler üretilmesinde ve özellikle dar gelirli kesimlerin barınma koşullarının iyileştirilmesinde ciddi bir başarısızlık söz konusudur; bu uygulamaların hemen hepsinde, bu kesimlerin tahliyesi ya da yerinden edilmesi sözkonusu olmaktadır.

Özellikle İstanbul gibi ciddi rant potansiyeline sahip bir kentte bu dönüşüm politikalarının önem kazanması şaşırtıcı değildir. İstanbul’da yatırımcıların kent içi arsa talebini karşılamak üzere yeni alanların açılması olanağının sınırlarına gelinmiştir; dolayısıyla, birtakım yerleşik konut alanlarının yıkılıp yeniden yapılması ya da soylulaştırılarak kullanıcılarının değiştirilmesi ve birkaç “round” el değiştirmeler sonucunda rantların en üst seviyeye ulaştırılabilmesi bir olanak olarak görülmektedir. Bu durumda kentsel dönüşüm uygulamalarının hedeflediği alanlar bellidir; özellikle rantı artmış bölgelere yakın gecekondu bölgeleri ve toplumdaki dar gelirli kesimlerin ikamet ettiği tarihsel konut dokusunun bulunduğu alanlar dönüşüm projeleri içinde öncelikli olarak yer almaktadır. Bu bağlamda, kentin Beyoğlu, Karaköy gibi rant potansiyeli giderek yükselen bölgelerine yakın bir konumda bulunan Tophane’de yaşananları bu dönüşüm sürecinin bir “durak” noktası olarak değerlendirmek gerekir.

Bilindiği gibi, kentsel dönüşüm uygulamalarının meşruiyetini sağlamak üzere bir “kamu yararı” çerçevesi oluşturulmaya çalışılsa da, dünyadaki pek çok örnekte görüldüğü gibi bu dönüşümler, rantları arttırmanın bir aracı olarak işlev görmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak, rasyonalitesi belirli bir mekânı üst gelir gruplarına açmaya ve güvenlikli, kent yoksulluğunun dışlanabildiği ya da görünmez kılındığı alanlar yaratmaya dayanmaktadır.

Burada sözedilmesi gereken önemli bir nokta ise, Türkiye’de ve İstanbul özelinde, mevcut dönüşüm uygulamalarının arkasında, merkezî ve yerel yönetimler ile gücü artırılan kurumsal yapıların oluşturduğu güçlü bir siyasal otoritenin bulunmasıdır. Bu dönemde, kentleri ilgilendiren yasalar, istenen dönüşümlerin önündeki engelleri ortadan kaldırmak üzere çıkarılmakta ve bunları gerçekleştirmek üzere TOKİ başta olmak üzere belirli kurumlara çok ciddi yetki aktarımları yapılmaktadır. Yapılanların meşruiyeti ise bunların yasal olduğu gerekçesiyle sağlanmaya çalışılmaktadır. Burada totolojik bir durum sözkonusudur: İstenen dönüşümleri yapabilmek için yasalar çıkarılmakta ve yapılanların meşruiyeti ise bunların yasal olduğu gerekçesiyle kurulmaya çalışılmaktadır. Sonuç olarak, birbirini tamamlaması en azından birbirine yaklaşması beklenen yasallık ve meşruiyet çerçeveleri arasında ciddi bir uçurum ortaya çıkmış durumdadır: Ahlaki normlara, toplumsal mutabakata ve en basit düzeyde insan haklarına uygun olması ya da bunlara uygun dönüşmesi beklenen yasaların meşruiyeti tartışmalı hale gelmiştir.

Bir başka önemli sorun ise, kentin ve kentte yaşayanların geleceği ile ilgili önemli kararların, kamuoyu sorgulamasından uzakta, merkezî ve yerel yöneticiler, profesyoneller ve olası yatırımcılardan oluşan seçkin bir grup tarafından alınmasıdır; hâkim medya ise bu ittifakın en önemli aktörlerinden biri olarak gündemi oluşturmakta ve ciddi bir dezenformasyonla gerçekliğin üzeri örtülmektedir. Dolayısıyla bu kentte yaşayanların büyük bir çoğunluğu kendileri için hayati önem taşıyan kararlardan dışlanmış durumdadır ve karşı çıkma mekanizmaları her geçen gün zayıflamaktadır.

Bütün Tophane’de oluşan tepkilere bakıldığında, mahallede yaşayanların aslında en büyük korkusunun, ortaya çıkan değişimler sonucunda artık burada barınamayacakları ve yaşam alanlarını kaybedecekleri konusunda duydukları endişeden kaynaklandığı görülmektedir. Bu endişenin son derece haklı olduğu Cihangir ve Galata’da ortaya çıkmış olan dönüşüme ve Tophane’deki son dönem gelişmelere bakıldığında anlaşılır olmaktadır. Ancak burada yaşayanların tepkileri hedefini şaşırmış durumdadır. Mahallede yaşayanlar itirazlarını ve taleplerini belediyeye ulaştırmalarına rağmen hiçbir sonuç alınamamış; sonuç olarak, tamamen serbest piyasanın işleyişine bırakılmış bir gelişimin doğal sonucuna, yani burada yer seçmeyi uygun bulmuş bir sanat galerisine saldırı gerçekleştirilmiştir. Oysa tamamen piyasa mekanizmalarına bırakılmış, ilkeleri konmamış bir kentsel dönüşüm sürecinde, dönüşümün rotasının daha yüksek verenin talebine uygun olarak biçimleneceği beklenen bir durumdur.

Bugün, mahalledeki çatışmayı “uzlaşma” ile çözmeye çalışan otoriteler, bir süre daha Tophane’de yaşayan farklı kesimleri birarada tutmayı başarsa da, piyasayı denetleyen bir takım ilkesel kararları uygulamaya koymazlarsa, her yerde olduğu gibi daha yüksek veren kazanacaktır; diğer bir deyişle, bugün bir “ara dönem” yaşamaktayız. Yeni kent politikaları, kent mekânını rant değerine göre bölümlere ayrılmış bir fiziksel mekân ve en yüksek verene satılacak bir değişim nesnesi olarak ele almaktadır. Bu bağlamda, kent toprağı önemli bir mali kaynak yaratma aracı olarak görülmekte ve kentte yaşayanların yaşamsal talepleri ve “kamu yararı” gözardı edilmektedir. Kentte yıllar içinde, insanların anlam dünyalarıyla bütünleşerek ve bir bellek yaratarak kurulan yaşam alanları ve kentte tutunmayı kolaylaştıran toplumsal bağlar bu dönüşüm sürecinde neredeyse hiç hesaba katılmamaktadır. Kentler, ancak farklı toplumsal kesimlerin biraradalığını destekleyen, barınma olanağı sunan ve karşılaşmaları artıran bir yapıda gelişirse yaşamsal bir zenginliğe kavuşur; aksi takdirde döneminin en fazla rant getiren işlevlerine doğru evrilir, homojenleşir ve belleğini kaybeder… Bu da uzun vadede aslında herkesin, bütün kentlilerin, kaybetmesine yol açan bir gelişme biçimidir; en çok kimin kaybedeceği de zaten başından bellidir.

Kent, sadece piyasa aktörleri ve kamu otoritelerinin, politik ve ideolojik tercihleri doğrultusunda empoze ettiği plan ve proje kararlarıyla biçimlenmeye başladığında ve buna karşı çıkma mekanizmaları, değişen yasalarla ve TOKİ gibi bazı kurumların artırılan yetkileriyle zayıflatılıyorsa artık “uzlaşma” aramak da anlamını yitirecektir. Artık “uzlaşma” dediğimiz süreç, tepeden verilmiş kararların belirlediği dar alanda ve son derece eşitsiz güç ilişkileri çerçevesinde yürütülmektedir. Birbiri ardına çıkarılan yasalarla giderek merkezileşen ve ulaşılmaz hale gelen otoriter güç yapısı karşısında kentte yaşayanlar yaşamsal taleplerini çeşitli platformlarda gündeme getirseler de sonuç almaları giderek zorlaşmaktadır. Bu bağlamda, Tophane’de yaşananları, kentsel dönüşüm uygulamalarının yarattığı şiddete bir “karşı şiddet” olarak yorumlamak gerekir. Belediye Yasası’nın 73. Maddesi’nde yapılan değişiklikle artık kentte çok daha sert ve ayrıştırıcı dönüşümlerin önünün açıldığını ve buna karşı da çok daha sert bir muhalefetin ortaya çıkacağını söylemek zor değil…

Bu icerik 5035 defa görüntülenmiştir.
Cihangir
Fransız Sokağı, Beyoğlu