356
KASIM-ARALIK 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • İstanbul
    Murat Belge, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi

  • İstanbul Dekorlaşıyor
    Çiğdem Şahin, Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma Derneği (FEBAYDER) Genel Sekreteri, İstanbul S.O.S Oluşumu Kurucu Üyesi

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: KÜRESELLEŞEN İSTANBUL

İstanbul, Bir Marka!

Behiç Ak, Mimar, Karikatürist, Yazar

“İstanbul’u marka yapacağız!” İlk duyuşta olumlu çağrışımları olan bir slogan, en azından “İstanbul’u Venedik yapacağız, San Francisco yapacağız, Dubai yapacağız!” gibi başka bir şeye benzetmeye çalışmaktan çok, şehrin kendisinin bir değer olduğunu kabul eden bir yanı var. “Yani İstanbul’u İstanbul yapıp öyle satacağız!” diyor bu sloganı üretenler.

Şehir satılır mı, demeyin. Satılır... Hem de defalarca... Şehrin “yaşanacak bir yer olmaktan çıkıp” yalnızca alınıp satılan “bir mal” haline gelmesi nasıl gerçekleşti? İstanbul’da yaşamak, evet sadece yaşamak isteyenler “korumacı”; markalaştıranlar ise “saldırgan birer müteşebbis” haline nasıl dönüştü? Yani, “İstanbul, içinde yaşayanları tedirgin eden bir marka haline ne zaman geldi?” Bir ayakkabı, bir otomobil, bir tişört, bir cep telefonu, bir klima, bir dizüstü bilgisayar, kristal kadeh, limon esanslı soda, Coca Cola ya da lokantadan farksız bir şeye nasıl dönüştü? “İçinde Ayasofya, Sultanahmet Camisi, Londra asfaltı, Aya Yorgi Tepesi, Kadıköy Çarşısı, Maltepe Vapuru, Haydarpaşa İstasyonu, Boğaziçi olan İstanbul’umu bir cep telefonuna nasıl benzetebilirsin?” diyenler çıkabilir. Ne yazık ki artık bu böyle. Şehirleri, yeni nesil, sürekli tasarlanarak yeniden yeniden satılan metalara benzetti neo-liberal ekonomi... Tarımın “mono-kültürleşmesi” ile köyden kopan insanlar “çok kültürlü” rant pazarının müteşebbisleri haline geldi. Sırf şehre gelmiş olmakla bir arsanın etrafındaki talep sayısını bir kişi arttırdığı için “değer” üreten şehir kullanıcısı, markanın bir parçası, bir tür ‘suç ortağı’. Üretilen spekülatif değerde onun da payı var. Satıştan hissesini istiyor, markalaşmayı cânı gönülden destekliyor.

İstanbul ile yeni nesil cep telefonları arasında neredeyse hiç fark kalmadı. İstanbul, I-phone gibi bir markaya dönüştü. Yeni nesil bir cep telefonu satın aldığınızda sadece bir telefon değil, onun size sağladığı “tüketim olanaklarını” da sınırsız bir şekilde kullanmanız için yapılan baskıyı da satın almış oluyorsunuz. Hemen bir mesaj geliyor: “3G’yi merak etmiyor musunuz?”. “Evet”in üzerine parmağınızı değerseniz, “Tebrik ederiz, 3G ailesine katıldınız” gibi bir mesaj alıyorsunuz. Tabi aynı zamanda yağmur gibi yağan indirim, kampanyalarla ilgili mesajların ardı arkası kesilmiyor. Artık elinizde ‘yeni nesil’ bir telefonu olan ‘yeni nesil’ bir müşterisiniz. Cebinizde bir telefon değil bir dükkan taşımaktasınız. Sizden beklenen sorumluluklar var. I-tunes programıyla internet üzerinden alışverişler yapmalı, oyunlar, programlar, e-kitaplar, internet, konuşma ve mesajlaşma paketleri satın almalısınız. Bunları akıllıca yapmayı beceremezseniz, ayın sonunda feci bir faturayla karşılaşıp bir daha cep telefonunuzu kullanamayacak durumda kalabilirsiniz.

Hayatınız bir anda kararabilir. “Cebime meğer bir hırsız yerleştirmişim” diye düşünmenizin faydası yok. Acele edin! Cep telefonunuzun sınırlı ömrü olan bir pili var. Bitince, yenisini almak oldukça pahalı, o yüzden pilin kullanım süresi biter bitmez, yeni model bir cep telefonu alıp, bir üst modele terfi etmelisiniz. Böylece, tüketici profilinizi koruyabilirsiniz. Yoksa değer kaybetmeniz mümkün. Kendinizi eski püskü telefonunuzla, modası geçmiş kıyafetlerinizle, şehrin varoşlarındaki bir TOKİ konutunda, eski model televizyonunuzun karşısında pineklerken bulabilirsiniz.

Başka bir tüketici gruba aitsiniz artık. Ama zannetmeyin ki sonsuza kadar orada kalacaksınız. O da kolay değil! Tüketim gurubunuza ait olan yakınınızdaki alışveriş merkezinden belli periyotlarda alışveriş etme sorumluluğunuzu yerine getirmeniz lazım. Aksi halde, şehirden de atılırsınız. Dünyadan da....

İstanbul markasını da tıpkı telefon gibi satın alıyorsunuz. Şehirde bir eve sahip olduğunuzda, şehrin üzerinde bir kâbus gibi dolaşan “sürekli tasarım” dünyasının oluşturduğu baskıyı da satın alıyorsunuz. Yani bir tüketim modelini satın alıyorsunuz. Hazırlıklı olun, aldığınız evi “zamanla değer yaptığı, ya da değer kaybettiği” için elinizden çıkaracaksınız. Ya önündeki parka koca koca bloklar, çok sevdiğiniz şirin mahalle meydanına katlı otopark yapılacak, eviniz tarihî bir bölgedeyse kamulaştırılarak özelleştirilecek ve size bir TOKİ konutu önerilecek ya da bulunduğunuz semt markalaştığı için bir dönüşüm geçirip yeni bir gelir grubu gelip oralara yerleşecek, “Ben bu kadar değerli bir evde niye oturuyorum ki?” deyip evinizi satmak zorunda kalacaksınız. Kendi kendinizi kulağınızdan tutup, çok sevdiğiniz evinizden dışarıya atacaksınız. Başka bir yerde ev alıp, benzer nedenlerle onu satıp başka bir semte taşınmak zorunda kalacaksınız. Oradakini de benzer nedenlerle tekrar satmak zorunda kalacaksınız. Yani kısacası yaşadığınız evinizi defalarca satın alacaksınız. Tıpkı cep telefonunuzu defalarca satın aldığınız gibi.

“İstanbul bir markadır” deniyorsa, içinde yaşayan bir tüketici olarak bu şehri her geçen gün yeniden satın alma zorunluluğunuz var artık. Evine el konarak şehir dışındaki TOKİ’lere gönderilen Sulukuleliler, evleri yıkılarak korunan Tarlabaşılılar, zorla konut satılan Başıbüyüklüler, iyi bir tüketici olmayı başarmayı öğrenmek zorundalar. Yani yaşadıkları mekânları tekrar tekrar satın almayı öğrenmeliler, yoksa dışarıya daha dışarıya itilecekler. İstanbul, tekrar tekrar satılabilmek için tıpkı bir cep telefonu gibi sürekli yeniden tasarlanarak piyasaya sürülebilmeli. Artık İstanbul’da kalıcı şeyler aramayın, “bir rodeo atı” gibi sürekli üzerindekileri sırtından atmaya çalışan bir at gibi istanbul. Yaşanacak yer değil artık, o bir kentsel dönüşüm, arsa, rant üretim fabrikası! Herşey her an dönüşmeye hazır olmalı! Sadece fakirlerin yaşadığı bölgeler değil, alışveriş merkezlerinin bir kısmı bir süre sonra hastaneye, hastanelerin bazıları alışveriş merkezlerine, özel üniversitelerin bir kısmı konutlara ya da alışveriş merkezlerine dönüştürülerek, “sürekli değer üretmeli”.

Bu icerik 3460 defa görüntülenmiştir.