356
KASIM-ARALIK 2010
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • İstanbul
    Murat Belge, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi

  • İstanbul Dekorlaşıyor
    Çiğdem Şahin, Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma Derneği (FEBAYDER) Genel Sekreteri, İstanbul S.O.S Oluşumu Kurucu Üyesi

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: KÜRESELLEŞEN İSTANBUL

Kültürel Değerle Başa Çıkamıyoruz!*

Beral Madra, Sanat Eleştirmeni, Küratör

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti dolayısıyla bir süre Avrupa başkentlerinin meydanlarında billboardlara yerleştirilen Sarayburnu resmi, İstanbul’u oryantalist düşlerin merkezi olarak görme zevkinden asla vazgeçmeyen geniş AB kitlelerini mest etti, ama İstanbul’un gerçeklerini keşfetmenin zevkine varan entelektüel ABliler bu resmi hiç ilginç bulmadı! (Resim 1) Özellikle de İstanbul’a sıkça gelip gidenler ve resmin içindeki gerçek dokuyu ve yaşantıyı bilenler!

Yapı-söküm Sarayburnu resmine bakılınca bu toplumun İstanbul’un tarihsel dokusuyla nasıl başa çıkamadığını gösteriyor.

Photoshop’ta iyice resimleştirilmiş Sarayburnu imgesi, özlemli ve oryantalistti. Tarihsel kent dokusu iyi korunmuş gibi kendinden emin bir görüntü… Oysa o manzaranın içinde ve başka açılardan görünüşünde artık iş işten geçmiş dedirtecek kadar büyük “tacizler” ve kayıplar var.

Geleneksel doku ile modernizmin ve postmodernizmin çatışkısının bu denli örneklenebildiği başka bir kent yok, Viyana’dan Tahran’a kadar! Yabancıların tuhaf biçimde hoşlandıkları şey de bu çatışkı, bu tarih, bellek, sanayileşme, tüketim kültürü kesişmesinin somut-karmaşık örnekleri…

Hayranlık ve özlem uyandıran tarihsel mimari ile modern ve postmodern düşlerin örneklerinden oluşan bu ikilemli manzarayı ve bu manzaranın içindeki siyasal ve toplumsal çatışkıların oluşturduğu yaşam karmaşasını yaratan insanı çözümlemek kolay değil; ancak bazı ipuçları var. Radikal’deki bir yazımda (Şubat 2009) buna değinmiş ve bu karmaşanın kitsch-insanı(kitsch-mensch) tarafından üretildiğini anlatmıştım.

Günümüz sanatının görselleşmiş bir ideoloji alanı olduğu bilgisine sahip olmayan toplum, sanat / kültür gereksinimini –bu gereksinim kapitalizmde bir piyasa ve sınıf gereksinimi olarak da nitelendirilir– kendisine bir Nicht-künstler yaratarak gidermektedir. Bu Nicht-Künstler her meslekten olabilir; özellikle de özel ve resmî yönetim katmanlarının en üstünde olanların kendilerinde var sandıkları bir “yaratıcılık gücü”ne dayanır. Dolayısıyla İstanbul’u yöneten bütün kadrolardaki insanlarda bu özelliğin olması doğaldır.

Nicht-künstler Almanca bir terim. Bu sanatçı-değil gibi çevrilebilir Türkçeye; daha yaygın bir terim olan kitsch-insanı(kitsch-mensch) gibi, kültürün araçsallaşması, sıradanlaşması ve üçüncülleşmesi ile ilgili yerleşik terimler… Bu sanatçı-değil, izleyicinin / toplumun bilgisizliğini, ilgisizliğini, uyuşukluğunu zorlamaz ve sanat gereksinimini kolayca giderecek sorusuz / sorunsuz bir şeyler üretir. Devlet, yerel yönetim ve özel sektör sanat politikalarının çıkarcı ve yersiz müdahaleleri sonucunda özü bozulmuş, yozlaşmış, tüketim ve tanıtım aracı olmuş kültür / sanat ortamlarında rağbet görür. Bu sanat ortamları da genel olarak yarı demokratik yönetimlerde, kültür sanayileri devlet veya özel sektör tekelinde olan ortamlarda yeşerir. Kendine sanatçı diyen ve bilgisiz toplum tarafından da sanatçı kabul edilen sanatçı-değil, hiçbir şeyi sorgulamaz ve sorgulattırmaz. Bu tür ortamlarda yalnız markalaşma için değil, bir üst-seçkinleşme için de yararlı bir araç olarak kullanılan kültür sanayi de sanatçı-değil’i tercih eder. Teknolojinin derin etkilerini irdeleyen Paul Virilio’da bilim ve teknoloji, gelişmelerin sonucunda bir yalan sanatı (art of the lie) hizmetinde sahtelik sanatı (art of the false) oluştuğundan sözediyor. Bu açıdan bakıldığında İstanbul’un mimari oluşumunda sanatçı-değil yerine kullanabileceğimiz bir mimar-değil sorunu olduğu çok açık! İşin ilginç yanı, gelen giden yöneticilerin hep bu mimar-değil olanlarla çalışıyor olması ya da kendilerinin mimar-değil olmasıdır.

Kentin tarihsel merkezi (Fatih, Beyoğlu, Beşiktaş ilçeleri) içinde tarihsel yapılar işlevlerini yitirip bir süre “hayalet yapı” olarak kaldıktan sonra neo-kapitalist yeni işlevler için onarılıyor. Örneğin şimdilerde Şişhane ve Karaköy bu değişimin içinde... (Resim 2)

Tepebaşı’ndaki 1880’lerde kurulduğu söylenen tiyatro 1970’de yandı, restore edilmedi ve yerine otopark ve herhalde Ortadoğu ve Balkanların en çirkin binası ödülünü alabilecek olan TRT binası yapıldı. Bu da yıkılıp yerine bir Frank Gehry binası yapılacağı söylendi. Bu söylentiler duruldu, bundan sonra ne olacağı bilinmiyor!

Taksim’de 1914 yılında mimar Giulio Mongeri tarafından inşa edilen ve 1970’de AKM yandığında tiyatro olarak kullanılan, 1944'te Türk Sineması, 1946'da Yeni Taksim Sineması ve 1964'te Venüs Sineması olarak bilinen bina, alışveriş merkezi olmayı beklerken işportacılara mekân oluyor.

1980’lerin sonunda Feshane keşfedildi, uluslararası kültür-sanat merkezine dönüştürülmek üzere yola çıkıldı, üç yıl içinde bir özel sektör - yerel yönetim kavgası sonrasında kaba mermer kaplamalarla ve tül perdelerle donatarak düğün-sünnet düğünü-dernek toplantısı-parti genel kurulu-el sanatları fuarı gibi işlevlere terkettik. (Resim 3, 4) Binanın restorasyonunu yapan Gae Aulenti, aynı tarihte Paris’te Sen nehri kıyısındaki Grand Palais’nin restorasyonunu yapmıştı. (Resim 5, 6) Google’a girip, o binanın durumu ve işlevleriyle Feshane’yi karşılaştırabilirsiniz.

Aynı yıllarda Zeytinburnu Gaz Fabrikası da işlevini yitirmiş ve boşaltılmıştı, kültür-sanat merkezi olmak üzere gündeme geldi, ama bu da gerçekleşmedi. Hayalet bina olarak duruyor. Anımsatmış oldum, hemen ihalesini yapıp bir alışveriş merkezine dönüştürelim. Havaalanı yolu üstünde olduğu için son derece elverişli.

Sütlüce Mezbahası da özel sektör, yerel yönetim ve bir üniversite arasında paylaşılamadı ve sonunda yerel yönetime kaldı. Grotesk eklemelerle, altından geçen tünellerle, granit döşemeleriyle en kötü mimarlık yarışmasına aday olacak niteliğe sahip oldu. İçinde ne teknik açıdan yeterli bir konser, gösteri salonu var, ne de günümüz sergi estetiğini karşılayacak bir düzen! Bir işletmeciye ihale edildi…

Sultanahmet Cezaevi de 1990’larda sıraya girdi; umutlar bu binanın acı belleğine yakışır bir biçimde bir kültür-sanat merkezi olmasındaydı. Ancak bütün karşı koymalara karşın beş yıldızlı otele dönüştü; böylece bu ağır bellek bir daha canlanmayacak biçimde yokedildi. Bu yetmedi arkasındaki arkeolojik alana ek yapılıyor.

Eşi benzeri olmayan Yerebatan Sarnıcı sonuna kadar tüketiliyor; Binbirdirek Sarnıcı’nın tabanı betonla kaplandı ve bir işletmeciye ihale edildi.

Karaköy’de Haliç kıyısındaki Yelkenli Han harap durumda bekliyor…

Eşi bulunmayan Arap Camisi’ni bulabilmek için büyük çaba göstermek gerek, çünkü çevresi yıkık dökük küçük sanayi dükkanları, depoları ve atölyeleri ile kapatılmış durumda. (Resim 7)

Perşembe Pazarı içinde çok sayıda tarihsel yapı hırdavat deposu olarak kullanılıyor.

Osmanlı Devletinin ve TC’nin finans merkezi Bankalar Caddesi elektrik ve lamba esnafının insafına terkedilmiş durumda… Şimdilerde bu cadde ve yan sokaklardaki bazı binalar butik otele çevriliyor. İstiklal Caddesi’nin yitirdiği şıklığı Meşrutiyet Caddesi kaptı ve Şişhane üstünden Galata ve Karaköy’e doğru kayıyor.

Kadıköy’de Hasanpaşa Gaz Fabrikası yıllardır sivil örgüt - yerel yönetim arasında paylaşılamıyor; şehir efsanesine dönüştü.

Davutpaşa Kışlası Yıldız Teknik Üniversitesi’ne verildi, ancak henüz planlanan şekil ve işleve kavuşmadı…

Toptancıların elindeki Rami Kışlası’nın büyük bir kütüphane olması planlanıyor ve o da beklemede.

Bayrampaşa Cezaevi ve Haliç Tersaneleri’nin kaderi belli değil…

Bu arada Ermeni vakıflarına ve Rumlara ait işlevlerini yitirmiş, kaderine terkedilmiş sayısız hayalet bina olduğunu, örneğin Tarlabaşı’ndaki Ermeni Manastırı ve Kilisesi’nin bir süre sanat merkezi olarak kullanıldığını, yakında dört yıldızlı otele dönüşeceğini da hatırlayalım.

En sön örneği EMEK sineması ve Cercle d’Orient binası.

Yakın gelecekte, İstanbul’un merkezinde ve çevresinde yer alan ve TSK’nın malı olan işlevlerini yitirebilecek nitelikte bina ve tesislerin de bu değişime aday olduklarını tahmin etmek zor değil.

Bu süreçte, kişilere ve özel kurumlara ait olduğu için olaysız dönüştürülmüş Silahtarağa Elektrik Santrali (Resim 8), Haliç kıyısında Rahmi Koç Sanayi Müzesi ve Beyoğlu’ndaki özel sektöre ait yeni kültür sanat binaları ve oteller gibi iyi örnekler var. Bu örneklerin iyi olmasının nedeni, binalara verilen işlevlerin “yerinde ve zamanında” olmasıdır.

Sanayi sonrası binalar, yükselen değer “yaratıcılık sanayi” bağlamında ele alınıyor ve genelde yatırımcılara yap-işlet modeliyle teslim ediliyor. Kamusallığın korunması ve desteklenmesi gibi ilkeli kültür politikası sürdüren kentlerde bu teslimat iyi sonuçlar verebilir. Ama bizdeki sonuçlarda psikopatolojik bir yaklaşım gözlemleniyor. Kültür halesine sahip olmak için elverişli bir psikoloji değil bu!

Eğer amaç kültür değil de kâr (ve moda terimle rant) ise –ki anlaşılan bundan kurtulamayacağız- bir sanayi sonrası binasının ekonomiye nasıl kazandırılacağının örnekleri var. En başarılı örneklerden birisi, Berlin Duvarı sonrasında ekonomisi hiç iyi gitmeyen Doğu Alman kentlerinden Leipzig’de. Adı Spinnerei (From Cotton to Culture): www.spinnerei.de 1884’de kurulmuş pamuk ipliği dokuma fabrikası yaklaşık 10 hektar üstünde 90 bin m2 kullanım alanına sahip. 1990’larda özelleştirilirken, yükselen değer “sanat ve kültür” gündeme girmiş. 2000 yılında üç girişimci tarafından satın alınıyor ve bugün 50 bin m2’si yerel ve uluslararası kültür sanayi kurum kuruluş ve bireylerine kiralanmış durumda. Kuşkusuz bu kiralamanın bir konsepti var; yani bir Kitsch-mensch gelip her şeyi üçüncül tüketime kurban etmiyor; binanın belleği, estetiği ve kültürel içeriği korunuyor.

Daha eski bir örnek ise Massachusetts’de North Adams kentinde 1700’de kurulmuş sanayi bölgesi. 1985’de Sprague Elektrik Şirketi’nin kapanmasından sonra burada 5 hektar üstüne kurulu 25 fabrika, dünyanın en büyük kültür merkezi sayılan MASS MoCA’ya dönüştürülmüş: www.massmoca.org (Resim 9) Günümüze kadar özel sektör, yerel yönetim işbirliğiyle işletilen bir merkez. Başka başarılı örnekler: Los Angeles’da 1875’de kurulmuş Kırmızı Hat tramvayının istasyonu olan Bergamot Station: http://bergamotstation.com Beijing’deki 798 Factory: www.798space.com 1980’den sonra işlevini yitiren fabrikalar bölgesinde Dashanzi Sanat Mahallesi olarak da adlandırılan sanat ve kültür tesisi. Sözkonusu bina, 1950’de Doğu Alman mimarlar tarafından Bauhaus üslubunda yapılmış. 1990’ların ortasından başlayarak Çin çağdaş sanat üretiminin uluslararası değer kazanmasını sağlayan bir tesis.

Bu endüstri sonrası binaların kültür sanayine aktarılmasındaki basit ilkeler şunlar: Kamusal paranın özel parayla uzlaşma içinde yatırıma yönlenmesi; yani özelleştirmenin kurallarının toplumsal çıkarlara doğru meyletmesi. Kurulan yeni kurumların içerikte ve yönetimde bağımsızlık ve uzmanlığa sahip olması; yani popülist olmaması ve siyasal çıkarlar için kullanılmaması. Uluslararası ilişkiler ve disiplinlerarası programların uygulanması; yani geniş kitlenin sanat ve kültür gereksinimlerinin karşılanması gibi…

20 yıldır Avrupa ve ABD dışı sanat ortamları, Avrupa ve ABD’nin besleyip büyüttüğü postmodern ve küresel sanat sistemine uyum sağlamaya çalışıyor ve bunun için mevcut kurumlarını güncelleştiriyor, yenilerini kurmaya çalışıyor. Türkiye de bu ülkeler içinde yer alıyor. Türkiye’nin 1980’lerin ortasında kadar yürüttüğü kültür sistemi Sovyet ülkelerinin devlet denetimli / destekli sanat / kültür sistemini aratmıyordu; bu sistemin köhne kalıntıları hâlâ mevcut... Serbest piyasaya geçişle birlikte sahip olduğu bu kültür altyapısını, sanat ve kültüre yatırım yapması beklenen toplum kesimlerinin bu konudaki öngörüsüz ve bilinçsiz tutumu dolayısıyla 2000’li yıllara kadar gerektiği gibi değişime sokamadı. Buna karşın özellikle Doğu Avrupa, Güney Doğu Avrupa ve Rusya, Türkiye’den on yıl sonra kapitalist kültür sanayine geçtiği halde, bu kalkınmayı çok daha becerikli ve hızlı biçimde gerçekleştiriyor.

Kültürün neo-liberal ekonomideki yatırım değerini keşfettik, ama hem mimari açıdan hem de kurumsallık ve işletme açısından bu yatırımın doğasına uygun bir yenileme / değişim / işletme kurmaya aklımız yetmiyor ve yatmıyor!

 

* Bu yazıdaki bazı düşünceler, Radikal gazetesinde çıkan yazılarımda yayımlanmıştır.

Bu icerik 7287 defa görüntülenmiştir.