422
KASIM-ARALIK 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Anadolu’da Yeni Bir UNESCO Dünya Mirası Alanı: Arslantepe

Marcella Frangipane, 1990-2019 Yılları Arası Kazı Başkanı, Prof. Dr., Roma Sapienza Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi

MÖ 4. binyılın ikinci yarısına tarihlenen Malatya Arslantepe arkeolojik sit alanı, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdi. İtalya - Türkiye ortaklığında yıllardır sürdürülen çalışmaları ve buluntuları özetleyen yazar, tarih, çevre, tanıtım ve yerellik açısından alanın potansiyellerine dikkat çekiyor.

 

Malatya’da yer alan Arslantepe arkeolojik sit alanının Temmuz 2021'de UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne oybirliğiyle alınması bizi çok sevindirdi, memnun etti. Bu takdir, Roma Sapienza Üniversitesi'nin İtalyan Arkeoloji Heyeti tarafından yürütülen 60 yıllık araştırmaları sırasında alanda elde ettiği önemli sonuçların karşılık bulmuş hali. Ayrıca bu kararla, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Malatya Valiliği ve Malatya Büyükşehir Belediyesi ile sıkı bir işbirliği içinde bu olağanüstü arkeolojik alanın korunması, tanıtılması ve değerlendirilmesi için son yıllarda verilen emek ve gösterilen kararlılık da taçlandırılmış oldu. Kerpiç mimari yapıların fevkalade bir şekilde korunmuş olması ve birçok odanın zemininde bulunan in situ eserlerin bolluğu, Arslantepe'yi Doğu Anadolu'nun bu kilit bölgesinin tarihinin en eski “canlı tanığı” haline getiriyor. Arslantepe, MÖ 4. binyılın ikinci yarısında farklı dünyalar ve medeniyetler arasındaki kültürel sınırda uzanan bu bölgede devletin, iktisadi merkezileşmenin ve yazı icat edilmeden önce gelişmiş bir idari kontrol sistemi uygulayan, gerçek bir bürokrasinin başlangıç tarihlerini anlatıyor.[1] Arslantepe ayrıca bu dönemde ortaya çıkan krizleri, çöküşleri ve yeniden doğuşları da belgeliyor. Yüzlerce / binlerce eserle belgelenen tüm bu yeni bilgiler, uzun süredir devam etmekte olan ve oldukça geniş alana yayılmış sistematik stratigrafik kazılar yoluyla elde edilmiştir. Kazı ve araştırmalarda uygulanan metodoloji sürekli iyileştirilip geliştirilirken, gün ışığına çıkarılan tüm arkeolojik bulgular da çok disiplinli ve detaylı incelemelere tabi tutulmaktadır.

Uzun yıllar sürekli bir şekilde devam eden bu araştırma, Roma Sapienza Üniversitesi ve İtalya Dışişleri Bakanlığı'nın mali desteğiyle birlikte, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın devamlı desteği ve işbirliği sayesinde mümkün olabildi. Bu sayede bugün Arslantepe, en azından MÖ 6. binyıldan, Melid Neo-Hitit Krallığı’nın başkenti olduğu ve ardından Fırat'ı bir sınır olarak gören imparatorluk çatışmalarıyla MÖ 712'de Yeni Asur imparatoru II. Sargon tarafından yok edildiği Demir Çağı’na kadar, sürekli olarak yıkılıp birbiri üzerine tekrar inşa edilen yerleşimler silsilesini gözler önüne seriyor.[2] (Resim 1) Çok daha düzensiz ve seyrek olmakla birlikte alanda daha sonraki Geç Roma ve Bizans dönemlerine ait yerleşim izleri de tespit edilebildi. Coğrafi ve kültürel bir sınır bölgesinde yer alan Arslantepe'nin tarihi aynı zamanda Mezopotamya, kuzey İç Anadolu, kuzeydoğu Anadolu ve Kafkasya'daki komşu medeniyetlerin tarihlerini de yansıtmakta ve antik dünyadaki çok kültürlülüğün en kayda değer örneklerinden birini temsil etmektedir.

Bununla birlikte, Arslantepe'yi gerçek anlamda eşsiz kılan şey, bilinen en eski kamusal saray örneği olma özeliğine sahip, birbirine bağlı bir dizi kamusal yapı ile bunlarla ilişkili özel bir alandan oluşan ve MÖ 4. binyılın sonuna (MÖ 3400-3200) tarihlenmiş büyük bir kerpiç saray yapılaşmasının keşfedilmesidir.[3] (Resim 2) Bu anıtsal yapılar topluluğu, 2 metreyi aşan, özgün beyaz sıvalı duvarları ve sarayın bazı bölgelerinde görülen bozulmamış duvar resimleriyle son derece iyi korunmuş vaziyettedir. Bu duvar resimleri, üslup olarak şematik, ancak içerik ve ikonografi açısından oldukça karmaşıktır. Resimler kendi içinde bir sisteme bağlı olarak kodlanmış imgeleri betimleyip girişlere ve geçitlere yakın duvarlarda bulundukları için ziyaretçilere ideolojik mesajlar verir. (Resim 3)

Saray, çeşitli teraslar üzerinde düzenlenmiş, koridorlar ve avlularla birbirine bağlanan farklı kamusal işlevlere sahip yapılardan oluşmaktadır. (Resim 4) Bazı odaların içinde karşılaşılan yapı molozunun cinsinden, çöken çatı veya kat döşemesine ait ahşap kiriş ve kerpiçten oluşan bu molozun üzerinde bulunan dolgu katmanlarının içeriğinden anlaşılabileceği üzere, kimi yapıların üst katlarının ya da damlarının da geçitler aracılığıyla birbiriyle bağlandığı söylenebilir. Örneğin benzer döşeme molozları üzerinde bulunan ve yeniden bir araya getirildikleri restorasyon çalışmaları sırasında yukarı bir kottan düştükleri anlaşılan çok sayıdaki kap parçasının varlığı, sarayın depo hacimlerinde kesinlikle ikinci bir katın bulunduğuna işaret etmektedir.[4] (Resim 5)

Arslantepe’de, küçük bir yapısal çekirdeğe aşama aşama yeni yapıların eklenip genişletilmesiyle oluşan bir saray yapılaşması söz konusudur. Bu çekirdek, baskı ve boyama tekniği ile süslenmiş motiflerin bulunduğu bir giriş koridoruyla ulaşılan geniş bir avluyu ve açık bir dinî veya kült özelliği barındırmamakla birlikte bu avluda toplanan insanları karşılayan anıtsal bir yapıyı barındırmaktadır. [5] (Resim 6) “Kabul Binası” olarak adlandırdığımız bu yapı, büyük olasılıkla iktidar sahibi tarafından, halkı huzuruna kabul etmek için kullanılmıştır. Avluya açılan ve içerisindeki platform üzerinde ahşap mobilya -olasılıkla bir taht- kalıntılarına rastlanan küçük odayla birlikte, bu oda ile avluyu birbirine bağlayan geniş giriş alanında sıralanmış daha alçak seviyedeki diğer iki kil platformun varlığı, bu görüşümüzü desteklemektedir. Dolayısıyla burası liderin, herhangi bir dinsel ya da kültle ilişkili anlam dünyasından bağımsız, törensel bir ortam içerisinde, geniş avluda toplanan insanları kabul ettiği ve onlara hitap ettiği yer olmalıdır.

Bu erken evreye yaklaşık olarak tarihlenebilen tek diğer örnek, küçük bir tapınak yapısı olmuştur (B Tapınağı). Bununla birlikte tapınağın mimari özellikleri, muhtemelen sadece seçkinlerden ibaret, az sayıda insan tarafından kullanıldığına işaret etmektedir.[6]

Yukarıda bahsedilen birincil yapısal çekirdeğe, zaman içerisinde, anıtsal bir giriş kapısının ardından sarayın farklı kısımlarına erişimi sağlayan uzun ve geniş bir koridorun her iki tarafına yerleşecek şekilde pek çok mekân eklenmiştir. (Resim 7) Bu durum, kamusal alan ve etkinliklerin zaman içinde muazzam bir şekilde genişlediğine işaret etmektedir. Kabul Binası içerisinde yer alan ve üzerinde lider tahtı olduğu düşünülen platformun görünürlüğü, saraya yeni yapıların eklenmesi sırasında da korunmuş, bu platform her zaman için anıtsal kapıdan girerek koridordan geçenlere gösterilecek esas odak olmaya devam etmiştir.

Bir dizi depo yapısı, bir diğer avlu, başka kamu veya kabul binalarının yanı sıra ilkine çok benzeyen küçük bir tapınak yapısı (A Tapınağı), sarayın sonradan eklenen muhtelif kısımlarını oluşturmaktadır. Şimdiye dek kazıyla açığa çıkarılmış alan içerisinde yaklaşık 4000 m2’lik bir oturuma sahip bu devasa yapı topluluğunu oluşturan binalar, Mezopotamya kamusal mimarisindeki çağdaşı örneklerde olduğu gibi birbirlerinden fiziksel olarak ayrılmış şekilde konumlandırılmamıştır. Bunun yerine, daha çok tipik Anadolu geleneğinin izinde, binalar birbirine eklemlenerek bir yapı bütünü oluşturacak şekilde yerleştirilmişlerdir. Bu anıtsal yapı topluluğu, höyüğün o dönemdeki yamaçları teraslanarak oluşturulan düzlemlerde farklı kamusal işlevdeki yapılar farklı kotlardaki düzlemlerde yer alacak şekilde düzenlenmiştir. Buna göre törensel ve en önemli mekânlar yüksek kotlarda konumlanırken, koridor, avlu ve depo gibi servis alanları daha düşük kottaki teraslarda yer almıştır. Saray yapı topluluğu içerisindeki kamusal mekânlar, halk ile en resmî iletişimin kurulduğu alan olması nedeniyle sarayın politik ve sembolik merkezi konumundaki Kabul Binası ile son bulmaktadır. Kabul Binası’nın aynı zamanda hemen arka tarafında höyüğün tepesinde yer alan seçkin konutlarıyla da bağlantısı vardır.

Saray depoları ise merkezî ekonomik faaliyetin kalbini oluşturmakta ve halkla kurulan ikinci temel ilişki biçimini ortaya koymaktaydı: idari ve ekonomik ilişkiler. Yüzlerce kil mühür ve seri üretim kase, yoğun bir ekonomik faaliyetin sonucu olmalıdır. Buluntuların sayısı, sadece rastlantısal ya da törensel etkinlikler sebebiyle değil, günlük yemek ya da aş paylarını gerçek anlamda bir “yevmiye” olarak almak için de çok sayıda insanın düzenli olarak saraya gittiğini düşündürmektedir. Çeşitli stil ve ikonografilere sahip yaklaşık 220 farklı mühür baskısını taşıyan 2200'ü aşkın iyi korunmuş kil kapamadan[7] oluşan muazzam bir idari malzeme yığını, hesap işlemlerinden sonra saraydaki özel çöp çukurlarına atılmış halde bulunmuştur. Bu buluntular, bürokratik / idari düzeneğin olağanüstü boyutuna işaret etmektedir.[8] Bu düzenek Mezopotamya sistemine tümüyle benzer görünmekle birlikte, mühür baskıları zengin ve özgün bir yerel üretimin varlığını ortaya koymaktadır. Çok sayıda depo kabının (kap kacak, çuval, sepet) yanı sıra, olası depo hacimlerinin kapıları da mühürlenmiş olmalıdır.

Bürokrasi, çok sayıdaki kişiye büyük miktardaki görev ve sorumlulukların devredilmesiyle doğmuştur. Binlerce mührün ayrıntılı analizi, farklılaşmış ve hiyerarşik olarak organize edilmiş işlevlere sahip yetkililerin varlığını da kanıtlamıştır. Sarayın mimarisi ve aydınlattığı olgular, Arslantepe’de gerçek bir “Erken Devlet” formunun başlangıcına işaret etmektedir.

MÖ 4. BİNYILA TARİHLENEN KERPİÇ SARAYIN KORUNMASI

Arslantepe'deki MÖ 4. binyıla tarihlenen sarayın olağanüstü tarihî değeri ve kazı sırasında son derece iyi şekilde korunmuş olarak açığa çıkması, bu yapıların kazı sonrasında da yerinde korunması gerektiğini en başından itibaren açıkça ortaya koymuştu. Kazı ilerledikçe, anıtsal yapı topluluğunun çok büyük bir alana yayılmış olduğu anlaşıldı. Üzerinde özgün beyaz sıvaların ve çok iyi korunmuş durumda olan narin duvar resimlerin bulunduğu, 1-1,20 m kalınlığında ve 2-2,5 m yüksekliğindeki kerpiç duvarların kapladığı alanın büyüklüğünün teknik sorunlar yaratacağını anlamaya başladık. Duvarları yeniden sıvayarak korumanın ya da özgün duvarların üzerine şapkalama amaçlı yeni kerpiç sıraları örmenin kesinlikle söz konusu olamayacağı da açıktı. Genel olarak pek işe yaramadığını düşündüğüm ve tartışmalı bulduğum bu uygulamalar, çok iyi korunmuş olan duvarların bütünlüğünü bozacağı için kesinlikle söz konusu olamazdı. Duvarların devasa boyutları yüzünden herhangi bir kimyasal güçlendirme yöntemi uygulamayı da düşünmedik. Bu tür bir yöntemin kullanılması durumunda kimyasallar duvarların kalınlığı yüzünden iç kısımlara yeterince erişemeyecek, dolayısıyla çözebileceğinden daha fazla sorun yaratmış olacaktı. Ancak yapıları yağmur, kar ve benzeri iklim koşullarından korumak gerekiyordu.

Ortaya çıkarttığımız ilk günden beri, saray yapılarının üzerini geçici bir koruma çatısı ile kapatmaya karar verdik. Bu çatı, kazı çalışmalarına devam ettiğimiz süre boyunca kaldırılıp her yıl kış için tekrar kapatılmaktaydı. (Resim 8) Söz konusu çatı sistemi ilkel bir şekilde kurgulanmış olmasına karşın çok geniş bir alanda ve çok katmanlı arkeolojik dolgunun içinde 30 yılı aşkın bir sürede gün yüzüne çıkardığımız saray yapılarının mükemmel durumda korunmasını sağlamıştır. Ortaya çıkan tek sorun, çatı kaplamasının metal levhalarında bulunan küçük deliklerin, örtünün altına su sızdırmış olmasıydı. Bunun ardından suya karşı çok hassas ve narin resimli duvarların olduğu kısımları ikinci bir koruma katmanıyla kapattık. Restoratörlerimizin duvarların durumunu her yıl yakından izlemeleri sayesinde bu koruma sisteminin etkilerini inceleyebildik. Bazı küçük çatlakların, erozyonun veya yaban arısı deliklerinin gözlemlendiği yerlerde, yalnızca ince saman karıştırılmış çamur gibi geleneksel malzemelerle küçük müdahaleler yapılarak hasarlar onarıldı. Kalsiyum karbonat açısından zengin, çok ince bir kil sıva üzerine doğal renkler (toprak boya ve kömür) kullanılarak yapılmış olan duvar resimlerinin su ve nemden korunmaları sağlandı. Bu yüzeylerin durumları yakından izlendi ve yıl boyunca biriken tozlar temizlenip gerektiğinde yüksek oranda seyreltilmiş (% 1) paraloid sürülerek mükemmel bir şekilde korundular.

Günümüzde kerpiç yapıları korumanın en iyi yolunun, onları sudan ve iklim koşullarından korumak ve koruma çatısı altında havanın serbest dolaşımını sağlamak olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu nedenle, hem yapıların korunabilmesi için geçici kaplamadan daha etkin ve güvenli olacak hem de alandaki araştırmalarımızın sonuçlarını toplumla paylaşmamızı sağlayacak bir açıkhava müzesi oluşturmak için kalıcı bir koruma çatısı projesi üzerinde düşünmeye başladık.[9] Arslantepe’de MÖ 4. binyılda toplumun yaşadığı önemli dönüşüm süreçlerini tanımlayan yenilikçi bilgilerin araştırmalarımızla ortaya çıkmış olması ve bunların mimari kalıntılarla da kendini göstermesi, bu alanın bir açıkhava müzesi olarak günümüz toplumuna sunulmasını gerekli kılıyordu.

Kalıcı bir üst örtü düşünüldüğünde karşılaşılacak ilk sorun, Arslantepe Sarayı’nın art arda gelen dönemlere ait bir dizi arkeolojik tabakanın altında yer alması ve aynı şekilde hâlâ bilinmeyen fakat örtünün inşası sırasında kesinlikle zarar görmemesi gereken bir dizi arkeolojik tabakanın da üzerinde bulunmasıydı. Korunacak alanın genişliği, yapıların, höyüğün yamacını kesen teraslar üzerinde konumlanması ve kerpiç yapıların daha önce bahsettiğimiz kırılganlığı, dikkate alınması gereken diğer hususlardı. Göz önünde bulundurulması gereken üçüncü husus, yoğun kar yağışlarının sık görüldüğü Malatya ovasında kışların sert geçmesiydi. Bu nedenle koruma çatısının çok sağlam olması, aynı zamanda alttaki tabakalara zarar vermemek adına temelsiz inşa edilmesi ve içinde bulunduğu arkeolojik bağlamla estetik uyumu da gözetilerek üzerini örteceği yapı topluluğunun niteliklerine ve ruhuna uygun şekilde tasarlanması gerekiyordu. Tüm bu ihtiyaçlar göz önünde bulundurularak İtalyan ekip tarafından çalışılan ve tasarlanan proje[10] yetkili koruma kurulun onayından sonra, kendilerine içten teşekkürlerimi sunduğum Malatya Valiliği'nin maddi desteğiyle hayata geçirildi.

Oldukça sağlam, çelik bir strüktüre sahip üst örtü, kerpiç duvarların her iki yanına çelik kolon yerleştirilip bu karşılıklı kolonların kirişle bağlanmasıyla elde edilen “U” biçimli “çelik köprülerin” üzerine basan kolonların üzerinde taşınmaktadır. Bu çelik köprülerin ayaklarını oluşturan kolonlar ise, zeminin düzensiz yüzeyini yapışması için doğrudan yerinde dökülen betonarme pabuçlara sabitlenmiştir. (Resim 9) Bu geliştirilen taşıyıcı sistem sayesinde kolonların hem oldukça kırılgan durumdaki kerpiç duvarlara doğrudan basmaması hem de odaların iç mekânlarını işgal etmeyerek tamamen görünür olması sağlandı. Çelik köprüler, kerpiç duvarların üzerinden geçen -bu nedenle büyük oranda görünmez olan- yatay kirişlerle birbirine bağlanmış ve çatıyı oluşturan kirişler ve çelik gergilerle birlikte yapının tüm parçaları birbiriyle ilişkilendirilerek kendi kendini taşıyan ve statik açıdan kararlı bir strüktür elde edilebildi. Kışları söz konusu olan kar yüküne dayanabilmesi için oldukça kütleli olarak tasarlanan strüktürün toplamdaki ağırlığı da böylece dengeli bir şekilde dağıtılmış oldu. 2020 yılında Malatya ve Elazığ bölgesini etkileyen deprem sayesinde, bu çatı sisteminin güvenilirliğini doğrulayabilme olanağını da bulmuş olduk.

Arslantepe’deki koruma çatısı, üzerini kapladığı yapılarla ilişkilenmeyen tek bir yapı olarak değil, binaların inşa edildiği terasların zemin seviyelerine bağlı olarak farklı yüksekliklerde, her biri ayrı bina ve mimari hacim ile ilişkilendirilmiş bir dizi çatının bileşimi olarak tasarlandı. (Resim 10) Bu durum, saray yapılaşması içindeki bina hacimlerinin daha iyi algılanmasına olanak verirken, aynı zamanda ziyaretçilerin anıtsal yapı topluluğu içindeki farklı mekân düzenlemelerini dışarıdan -yani yukarıdan- ilk bakışta fark etmelerini sağlamaktadır. Üst örtünün eklenip çıkarılabilen modüllerden oluşması, onu böylelikle kazı alanının gelecekteki genişlemelerine uyarlanabilecek esnek bir yapı haline getirmektedir. Bu modüler tasarım aynı zamanda, hem korunan alanın etrafındaki açık kenarlardan hem de çatıların yükseklik farkının yarattığı boşluklardan giren havanın mekân içerisinde serbestçe dolaşabilmesine de olanak tanımaktadır.

Bu şekilde projelendirilen koruma çatısı, höyüğün kesit yüksekliğini aşmayacak ve böylece yakın çevresini görsel açıdan mümkün olduğunca az etkileyecek şekilde planlandı. Dışta çok katmanlı bir yalıtım malzemesi ile kaplanan çatı örtüsü, içeride metal taşıyıcı kirişleri örterek çatı kirişi izlenimi veren ahşap kaplamalarla giydirildi. (Resim 11) Bu ahşap kaplamalar bir yandan iklimsel yalıtımı sağlamakta; diğer yandan özgün çatıları yeniden canlandırma amacı taşımaksızın, kazı buluntularının da gösterdiği şekilde ahşap kirişlerle taşınmış olması gereken geleneksel çatı strüktürünün özgün renk, malzeme ve özelliklerini ziyaretçinin algısına sunmaktadır. Ayrıca çatı örtülerinin yüksek oluşu, binaların eski zamanlarda sahip olduğu düşünülen anıtsallık algısını yaramakta ve çok yüksek, hatta kimi yerlerde muhtemelen iki katlı oldukları gerçeğine işaret etmektedir.

Koruma çatısı projesinin dikkatle incelenen bir diğer yönü, korunan ve sergilenen alanın aydınlatılmasıydı. Çatı örtüsü, duvarları, sıva işlerini ve her şeyden önce duvar resimlerini ışık ve güneşten korumak için büyük oranda ışık geçirmez nitelikte olmalıydı ancak açık hava müzesinin doğal ışıkla aydınlatılması da gerekliydi. Bu doğrultuda, koridorun bir kısmı ve avlu gibi geçmişte açık olduğunu düşündüğümüz alanların üzerine kırılmaz camlar yerleştirilmesine ve günışığının özgün durumda geçmiş olabileceği noktalardan yeniden girerek sarayı aydınlatmasına karar verildi. (Resim 12)

Arslantepe'deki muazzam saray yapılaşması üzerindeki çatı sisteminin tasarım ve inşasındaki temel anlam ve amaç, bu hassas ve eşsiz mimari yapı topluluğunu jenerik olarak korumaktan ibaret değildi. Aynı zamanda, özgün mekânsal hacimlerin, renk ve ışığın da korunarak kamuya tekrar sunulması amaçlandı. Özetle, özgüne en yakın ortam yaratılarak çatının altında uzanan arkeolojik katmanların gelecek adına korunması hedeflendi.

Bir yandan restorasyonu yapılan pek çok in situ buluntu Malatya Müzesi'nde sergilenirken, diğer yandan alanda açıklayıcı bilgi panoları aracılığıyla ziyaretçiler yönlendirilmekte ve daha canlı, etkileşimli görsel araçların tamamlanması beklenmektedir.

UNESCO'nun Arslantepe'yi Dünya Mirası Alanı olarak tanımasını birçok nedenden ötürü memnuniyetle karşılıyoruz: 1. Bu tanıma, Arslantepe'nin anlattığı ve tüm insan toplulukları açısından çok önemli süreçlerin uzun ve ayrıntılı tarihinin somut maddi kalıntılarını korumaya ve böylesine bir tarihi aydınlatan zengin bilgi birikimini aktarmaya yardımcı olacaktır. 2. UNESCO’nun tanıması, umuyoruz ki aynı zamanda bu olağanüstü kültürel mirası çevreleyen doğal çevrenin de daha iyi korunmasını mümkün kılacaktır. 3. UNESCO listesinde yer almak, Arslantepe'nin önemine dair bilgi ve farkındalığın tüm dünyada daha geniş bir alana yayılmasını destekleyecektir. 4. Son ama önemli bir diğer nokta olarak, bu tanınma, Malatya'nın ve özellikle Orduzu köyünün sakinlerini miraslarıyla gururlandırmış ve elde edilen başarılara kuşaklar boyu büyük katkılarda bulunan işçilerimiz için de hak edilmiş bir ödül olmuştur.

NOTLAR

[1] Frangipane, Marcella, 2018, “Different Trajectories in State Formation in Greater Mesopotamia: A View from Arslantepe (Turkey)”, Journal of Archaeological Research, cilt:26, sayı:1, ss.3-63.

[2] Balossi Restelli, Francesca, 2019, Arslantepe, Period VII: The Development of a Ceremonial/Political Centre in the First Half of the Fourth Millennium BCE (Late Chalcolithic 3-4), Arslantepe, cilt:2, MAIAO, Sapienza University of Rome, Arbor Sapientiae Editore, Roma; Durak, Neslihan; Frangipane, Marcella (ed.), 2020, Arslantepe: I. Uluslarası Arkeoloji Sempozyumu Bildirileri, İnönü Üniversitesi Yayınevi, Malatya; Frangipane, Marcella (ed.), 2010, Economic Centralisation in Formative States: The Archaeological Reconstruction of the Economic System in 4th millennium Arslantepe, Studi di Preistoria Orientale (SPO), cilt:3, Sapienza University of Rome, Roma; Frangipane, Marcella (ed.), 2012, Fifty years of Excavations and Researches at Arslantepe, Malatya (Turkey): A Contribution to the Study of the Earliest Centralised Societies, Origini, cilt:34, özel sayı; Frangipane, Marcella; Palmieri, Alba (ed.), 1983, Perspectives on Proturbanisation in Eastern Anatolia: Arslantepe (Malatya). An Interim Report on 1975-1983 Campaigns, Origini, cilt:12, sayı:2; Frangipane, Marcella; Balossi Restelli, Francesca; Di Nocera, Gian Maria; Erdal, Yılmaz Selim; Manuelli, Federico; Mori, Lucia, 2019, “Recent Late Chalcolithic and Iron Age discoveries at Arslantepe: The 2017–2018 campaigns”, The Archaeology of Anatolia III: Recent Discoveries (2017–2018), (ed.) Sharon R. Steadman, Gregory McMahon; Cambridge University Press, Cambridge, ss. 15-32; Liverani, Mario, 2012, “Melid in the Early and Middle Iron Age: Archaeology and History”, The Ancient Near East in the 12th–10th Centuries BCE: Culture and History, (ed.) Gershon Galil, Ayelet Leṿinzon-Gilboʻa, Aren M Maeir, Dan'el Kahn; Ugarit Verlag, Münster, ss.327–344; Manuelli, Federico, 2012, Late Bronze Age: Hittite Influence and Local traditions in an Eastern Anatolian Community, Arslantepe, cilt:9, MAIAO, Sapienza University of Rome, Arbor Sapientiae Editore, Roma; Manuelli, Federico, 2020, “The Regeneration of the Late Bronze Age Traditions and the Formation of the Kingdom of Malizi”, Formation, Organisation and Development of Iron Age Societies: A Comparative View, (ed.) Alexander E. Sollee, Proceedings of the 10th ICAANE, Austrian Academy of Sciences Press, Viyana, ss.109-130; Palumbi, Giulio, 2008, The Red and Black: Social and Cultural Interaction between the Upper Euphrates and Southern Caucasus Communities in the Fourth and Third Millennium BC., Studi di Preistoria Orientale (SPO), cilt:2, Sapienza University of Rome, Roma; Palumbi, Giulio, 2011, “The Arslantepe Royal Tomb and the “Manipulation” of the Kurgan Ideology in Eastern Anatolia at the Beginning of the Third Millennium”, Ancestral Landscapes, TMO 61, Maison de l’Orient et de la Méditerranée, Lyon.

[3] Frangipane, Marcella, 2019, “The Secularization of Power: A Precocious Birth and Collapse of a Palatial System at Arslantepe (Malatya, Turkey) in the 4th Millennium BC”, Der Palast im Antiken und Islamischen Orient, (ed.) Dirk Wicke, Colloquien der Deutschen Orient-Gesellschaft 9, Harrassowitz Verlag, Leipzig, ss.57-75.

[4] D’Anna, Maria Bianca, 2010, “The Ceramic Containers of Period VI A: Food Control at the Time of Centralisation”, Economic Centralisation in Formative States: The Archaeological Reconstruction of the Economic System in 4th Millennium Arslantepe, (ed.) Marcella Frangipane, Studi di Preistoria Orientale (SPO), cilt:3, Sapienza University of Rome, Roma, ss.167-203.

[5] Frangipane, Marcella, 2016, “The Development of Centralised Societies in Greater Mesopotamia and the Foundation of Economic Inequality”, Arm und Reich- Zur Ressourcenverteilung in Prähistorischen Gesellschaften / Rich and Poor: Competing for Resources in Prehistoric Societies, (ed.) Harald Meller, Hans Peter Hahn, Reinhard Jung, Roberto Risch; Tagungen des Landesmuseums für Vorgeschichte Halle 14/II, Halle, ss.469–490; Frangipane, Marcella, 2019, “The Secularization of Power: A Precocious Birth and Collapse of a Palatial system at Arslantepe (Malatya, Turkey) in the 4th millennium BC”, Der Palast im Antiken und Islamischen Orient, (ed.) Dirk Wicke, Colloquien der Deutschen Orient-Gesellschaft 9, Harrassowitz Verlag, Leipzig, ss.57-75.

[6] Frangipane, Marcella, 1997, “A 4th-Millennium Temple/Palace Complex at Arslantepe-Malatya: North-South Relations and the Formation of Early State Societies in the Northern Regions of Greater Mesopotamia”, Paléorient, cilt:23, sayı:1, ss. 45-73; D’Anna, Maria Bianca, 2012, “Between Inclusion and Exclusion: Feasting and Redistribution of Meals at Late Chalcolithic Arslantepe (Malatya, Turkey)”, Between Feasts and Daily Meals: Toward an Archaeology of Commensal Spaces, (ed.) Susan Pollock, eTopoi, cilt:2, ss.97-123.

[7] Mühürlenecek çuvalın ya da kapının üzerine kil topanı yerleştirilerek üzerine mühür basılır, böylece depo kapları ya da mekânları mühürlenmiş olur.

[8] Frangipane, Marcella; Ferioli, Piera; Fiandra, Enrica; Laurito, Romina; Pittman, Holly, 2007, Arslantepe Cretulae: An Early Centralised Administrative System Before Writing, Arslantepe, cilt: 5, MAIAO, Sapienza University of Rome, Arbor Sapientiae Editore, Roma.

[9] Frangipane, Marcella; Mangano, Dario, 2010, “The Exhibition of a Mud-Brick Monumental Complex in a Stratified Mound: The Case of 4th Millennium Arslantepe (Malatya)”, TÜBA-KED, cilt:8, ss.201-214.

[10] Konu ile ilgili çeşitli ön çalışma ve testler, İtalyan Merkezî Restorasyon Enstitüsü'nden mimar Claudio Prosperi Porta tarafından yapıldı; son proje İtalyan Kültür Mirası Bakanlığı'ndan mimar Giuseppe Berucci'ye ait olup, teknik çizimler ve statik testler mühendis Davide Pini tarafından yapıldı. Hepsine en içten teşekkürlerimi sunarım.

Bu icerik 2702 defa görüntülenmiştir.