429
OCAK-ŞUBAT 2023
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

“Sosyal Konut Hamlesi” Krize Çözüm Olabilir mi?

Osman Balaban, Prof. Dr., ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Konut krizine yol açan etmenlerin son yıllarda devreye sokulan ekonomik politika tercihleriyle olan yakın ilişkisi aşikar. Krize ilişkin acil olarak yapılması gerekenleri listeleyen yazar, “krizden çıkışın yollarını, şehircilik önlemlerinden daha çok ekonomik önlemlerde” aramak gerektiğine dikkat çekiyor.

 

KRİZDEN KAÇIŞ KRİZE KAÇIŞ

Belki biraz klişe ancak başlıktaki ifade, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) dönemi Türkiye’sini anlatmakta oldukça etkili. AKP’nin uzun yıllar süren iktidarının başlangıcı, 2001 yılında yaşadığımız ekonomik krize dayanıyor. O kriz dönemini tecrübe edenler, yaşanan ekonomik sorunların, toplumda ne denli ağır etkileri olduğunu iyi hatırlayacaklardır. “Kara Çarşamba” olarak da adlandırılan kriz; çok sayıda insanın işsiz kalmasına, döviz kurlarında ani yükselişe, hayat pahalılığının artışına ve milyonlarca hanenin yoksullaşmasına yol açmıştı. Bu olumsuz koşulların etkileri tazeyken yapılan Kasım 2002 seçimlerinde toplum, ekonomik krizden sorumlu tuttuğu siyasi partilerin adeta defterini dürdü ve parlamentoyu AKP-CHP ikilisine bıraktı, AKP’yi de % 34 oyla meclisin % 67’sine sahip bir iktidar yaptı.

Seçim sonrasında AKP, krizden çıkmak için bir yandan hazır şekilde elinde bulduğu IMF programını uygularken bir yandan da inşaat sektörünün “ipine sarıldı”. Yine o dönemi tecrübe edenlerin hatırlayacakları gibi iktidarın seçim sonrası ilk icraatları arasında “duble” yollar, meclis lojmanlarının satışı, (Resim 1, 2) kamu arsa ve arazilerinin satış ya da tahsisi yer almıştır. Bu icraatları; TOKİ ve belediyeler eliyle yürütülen toplu konut ve kentsel dönüşüm projeleri, kamunun türlü teşvik ve yardımlarıyla kolaylaştırılan özel AVM, rezidans, ofis ve benzeri gayrimenkul yatırımları, yeni stadyumlar ve havaalanları izledi. (Resim 3) Bugün bu icraat zincirinin son halkasını “Kanal İstanbul Projesi”nin oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Hülasa, AKP’nin 2002 seçimlerini kazandığı günden beri, dozu giderek artan bir “inşaat ekonomisi”ne maruz kaldık ve kalmaya da devam ediyoruz.

Kriz ortamından çıkmak için inşaat ekonomisine güvenmenin bir mantığı var elbette. İnşaat sektörünün emek yoğun olması ve çok sayıda (alt) sektörle geri ve ileri bağlantılar kurması nedenleriyle inşaat yatırımları, kısa vadede hem istihdam artışına hem de ekonomik büyümeye doğrudan katkı yapıyor. Ancak sektörün üretkenliğinin sınırlı olması, orta ve uzun vadede irrasyonalite sorunu etrafında bazı olumsuz sonuçların yaşanmasına da yol açabiliyor. Bugün içinde bulunduğumuz çoklu kriz ortamı da bunun bir örneği olarak okunabilir.

ÇOKLU KRİZLER ORTAMI

Geride bıraktığımız 20 yıl boyunca bir krizden kaçarken birden çok krizin içine düştük. Ülke ciddi bir siyasal ve yönetsel kriz içerisinde; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin iyi işlemediğini iktidar partisinin mensupları da kabul eder hale geldi. Son birkaç yıldır giderek derinleşen ekonomik kriz, küçük ve ayrıcalıklı azınlık hariç toplumun tüm kesimlerinin belini büktü. Kontrolsüz göçün de tetiklediği yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, farklı toplum kesimlerine yönelik nefret söylemlerinin artışı, kadına şiddetin ve çocuk istismarının adeta sıradan olaylar haline gelmesi yaşadığımız toplumsal krizin, yabana atılacak gibi olmadığını gösteriyor. Küresel bir sorun olsa da bizdeki etkileri daha can yakıcı olan çevre ve iklim krizi hem bugünkü hem de gelecek kuşaklar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu krizler zincirine birkaç yıldır eklenen son halkayı ise konut ve barınma krizinin oluşturduğuna hiç şüphe yok.

KONUT VE BARINMA KRİZİ

2021 yılının sonlarından itibaren konut fiyatlarında ciddi bir yükseliş oldu. Konutun son yıllardaki getirisinin pek çok yatırım aracını geride bıraktığına dair uzman değerlendirmelerine sıklıkla rastlıyoruz. Kurumsal veriler de bu durumu doğrular nitelikte. Merkez Bankası tarafından yayınlanan Ekim 2022 Konut Fiyat Endeksine (KFE) göre;[1] 2017 yılında 100 olan endeks değeri, ülke geneli için 605,8, İstanbul, Ankara ve İzmir için de sırasıyla; 555,5, 580,6 ve 631,9 olarak belirlenmektedir. Bu da son beş yılda konut fiyatlarının sadece büyükşehirlerde değil ülke genelinde de 6 katına çıkmış olduğunu gösteriyor. 2022 yılı ekim ayı itibariyle ülke geneli

ortalama konut fiyatı 16.563 TL / m2 olarak belirlenirken, İstanbul’da ortalama m2 fiyat 26.637 TL’ye kadar çıkmaktadır.

Konut fiyatlarındaki ani ve hızlı yükseliş, hane halklarının konuta erişimi üzerinde son derece olumsuz etkiler yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Yukarıdaki verilere göre bugün Türkiye’de 120 m2 büyüklüğünde bir konutun fiyatı yaklaşık 2 milyon TL’yi bulmaktadır. 2023 yılı için 8.500 TL olarak belirlenen yeni asgari ücret ile bu tür bir konutu almak için yemeden içmeden tam 20 yıl boyunca para biriktirmek gerekiyor. Kiralık konutlarda da durum benzer nitelikte. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) tarafından yayınlanan bir araştırma notunda,[2] ülke geneli için 2+1 tipte ve 90 m2 büyüklüğünde bir konutun kirası, 2017 yılı eylül ayında 1.152 TL iken, 2022 yılı haziran ayında 5.088 TL olarak tespit edilmektedir. Bugün ortalama aylık kirası 5.000 TL olan bir konutta yaşayacak ailenin, aylık gelirinin 30.000 TL düzeylerinde olması beklenir.[3] Görece küçük bir konutun ortalama kirası için gereken bu gelir düzeyinin ülkedeki ortalama hane gelirinin epeyce üzerinde olduğu açık.[4] Dolayısıyla, 2018 sonrasında yavaş yavaş baş gösteren, 2020 yılı yaz ayları ile ivmelenmeye başlayan ve 2021 Eylül sonrasında ise adeta alev alan bir konut krizinin içerisinde olduğumuz su götürmez bir gerçek.

KONUT BOLLUĞUNDA BARINMA KRİZİ

Konut krizinin nedenleri üzerine son dönemde epeyce yazıldı ve konuşuldu. Kanımca bu kriz, sadece arz taraflı sorunlara referansla açıklanabilecek bir şey değil.[5] Son yıllarda ülke genelinde konut üretiminde yavaşlama söz konusu, hatta pandemi sırasında üretimin durduğu da oldu ancak son yirmi yılda üretilen ciddi de bir stok var. TÜİK tarafından derlenen konut istatistiklerine bakıldığında, 2002-2020 yılları arasında ülke genelinde üretilen toplam konut sayısının 12,5 milyon adet (yıllık ortalama 650 bin) olduğu görülmektedir. Aynı dönemde, yine TÜİK verilerine göre, ülkedeki hane sayısına ise yaklaşık 4 milyon (yıllık ortalama 220 bin) yeni

hane eklenmiş durumda. Bu da demek oluyor ki; 2001 krizini takip eden 20 yıllık dönemde ülke nüfusuna eklenen her yeni hane için en az üç yeni konut üretilmiş. Bu üretim son yıllarda yavaşlamış dahi olsa, mevcut konut krizini sadece üretim azlığı ya da daralması ile açıklamak olanaklı değil. Diğer bir ifadeyle; iktidarının mevcut konut krizine yol açan uygulama ve politika tercihlerini görmezden gelip sorunu sadece arz / üretim meselesiyle ilişkilendirmek yanıltıcı olur. Bahse konu uygulama ve politika tercihlerinin ayrıntılarına aşağıda değinilmektedir.

Bu uygulamalardan ilki, 2018 yılında yabancılara konut satışı ile ilgili düzenlemede yapılan değişikliktir. Bu değişikliğe göre, konut alan yabancılara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilme sınırı, 1 milyon ABD dolarından, 250 bin ABD dolarına düşürüldü. Düzenleme öncesinde satış bedeli en az 1 milyon ABD doları olan bir konut almış yabancı vatandaşlık alabilirken, düzenleme sonrasında 250 bin ABD dolarlık bir konut, vatandaş olabilmek için yeterli hale geldi. Bu da yabancıların Türkiye konut piyasasına olan ilgisini artırdı. Yabancı ilgisinin artması piyasayı nasıl olumsuz etkiliyor diye sorulacak olursa, burada sorun yabancılara satılan konut miktarından daha çok fiyatlama davranışıyla ilgili. Yabancılar çok sayıda konut almasalar da marjinal fiyatlama yapabiliyorlar ve o da fiyatların genel seviyesini yukarı çekiyor. Yabancıların vatandaşlık ve benzeri motivasyonlarla kabul ettikleri yüksek satış bedelleri, emsal teşkil ederek genel fiyatlamayı ciddi biçimde etkileyebiliyor.

Bugünkü konut krizinin ortaya çıkmasında etkili olan bir diğer politika tercihi ise 2020 yılı haziran ayında kamu bankaları öncülüğünde yapılan konut kredi kampanyası oldu. Oldukça cazip faiz oranları ile konut kredisi verileceği açıklandığı andan itibaren fiyatlar artış eğilimine girdi. O dönem yoğun kredi kullanımına bağlı olarak artan talep nedeniyle birkaç hafta içinde konut fiyatlarının ortalama % 35’ler dolayında, hatta bazı bölgelerde % 50’lere varan oranlarda arttığını gördük. Türkiye’de kredi kolaylığı hemen her zaman fiyat artışı ile sonuçlandığından bu durum pek de şaşırtıcı değildi.[6]

Sonrasında bir dizi başka etmen, konut fiyatlarındaki artış eğiliminin sürmesini sağladı. Bunlar içinde; artan enflasyon sonucu inşaat maliyetlerinin artışı, üretimin yavaşlaması ve pandemi sonrası üniversitelerde yüz yüze eğitimin başlaması başı çekti. Gidişatı daha da kötüleştiren ise 2021 Eylül ayı ile başlayan “Türkiye Ekonomi Modeli” oldu. Merkez Bankası’nca yapılan faiz indirimleri, TL cinsi mevduatın dövize yönelmesine yol açarak kurlarda ani bir yükselişe yol açtı. Sonrasında gelen Kur Korumalı Mevduat (KKM) müdahalesi ile dövize yatırım riskli hale gelince hanehalkları tasarruflarını konut ve otomobil piyasalarına yönelttiler. Yoğun talep, zaten artmakta olan konut fiyatlarını iyice uçurdu. 2022 yılı başından beri pek çok kentte konut fiyatlarının dolar bazında arttığını gördük.

SOSYAL KONUT HAMLESİ

Böyle bir ortamda iktidarın “sosyal konut hamlesi”ne girişmesi son derece anlaşılır. Ancak bu hamle, içinde bulunduğumuz konut ve barınma krizini çözmekte etkili olur mu, işte orası epey tartışmalı. “İlk Evim, İlk İşyerim” olarak adlandırılan sosyal konut uygulamasının sınırlı da olsa bir etki yapacağı düşünülebilir ancak ciddi bir çözüm seçeneği olamayacağı da açık.

Her şeyden önce; açıklandığı biçimiyle sosyal konut hamlesi, arz yönlü bir politika tercihine karşılık geliyor. Uygulama ile “sosyal” nitelikli konut arzının arttırılması ve piyasa koşullarında konuta erişmekte zorlanan kesimlere daha uygun koşullarda konut sağlanması hedefleniyor. Oysa önceki bölümde ayrıntılı bir şekilde tartışıldığı gibi mevcut kriz, arz yetersizliğinden daha çok başka nedenlerden kaynaklanıyor. Bu nedenlerin başında ise, konutun yatırım aracı haline gelmesi, hatta son yıllarda ülkedeki en cazip yatırım aracı olması geliyor. Konutun yatırım aracı olma durumunun devam ettiği bir ortamda arzı artıracak müdahalelerin etkisi sınırlı olacaktır. Yeni üretimin miktarına ve inşaatların tamamlanma süresine bağlı olarak bu etkinin daha da sınırlı kalması mümkün. Bu yönüyle bakıldığında, iktidarın son dönem gündeme getirdiği sosyal konut hamlesinin, kiralar üzerinde etkisi olmayacağı ancak konut satış bedellerinin artış hızını bir miktar etkileyeceği söylenebilir.

Konunun merak edilen bir diğer yönü ise; sosyal konut hamlesinin iddia edildiği gibi dar gelirliler ve gerçek ihtiyaç sahipleri açısından olumlu bir sonuç yaratıp yaratmayacağıdır. Kişisel görüşüm uygulamanın bu alandaki etkilerinin de sınırlı olacağı yönündedir.  

Uygulamadan yararlanmak için mülk sahibi olmamak gerektiğinden sisteme ancak halihazırda kirada oturmakta olan aileler katılabilecekler. Ödemeler başladıktan sonra sahibi olacakları konuta taşınmak için geçecek 2-3 yıllık süre boyunca bu aileler hem kira hem de sosyal konut ödemesi yapacaklar. Aylık olarak 5.000 TL konut kirası, 3.000 TL de sosyal konut ödemesi yapacak bir ailenin, konutun diğer harcamaları da hesaba katılınca en az 10.000 TL’lik bir aylık ödeme yapması gerekecek ki bu da yaklaşık 40.000 TL civarı bir hane geliri gerektirecektir.[7] Bu düzeyde bir gelire sahip olunabilmesi için 2023 yılı için belirlenen düzeyde en az beş asgari ücretin girmesi gerekiyor ilgili haneye. Buradan bakıldığında, sistemin gerçek ihtiyaç sahipleri için ne kadar erişilebilir olacağı tartışmalı görünüyor. Bu noktada akıllara “ne yapılabilirdi?” sorusu gelebilir. Ülkenin bugün içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar düşünüldüğünde, sosyal konut projelerinin, yaygın ve anlamlı etki yaratabilmeleri için kiralık konut edindirme uygulamaları olarak geliştirilmeleri düşünülebilir. Üretilen konutların mülkiyeti kamu elinde tutularak bir kiralık konut stoku yaratılıp, bu konutlar gerçek ihtiyaç sahiplerine piyasa koşullarının altında kiralanabilir.[8] Böylece, ihtiyaç sahibi hanelerin uzun süreli borç yükü altına girmeden sağlıklı konutlara erişimleri sağlanarak barınma ihtiyaçları karşılanmış olur.

Mevcut “sosyal konut hamlesi” ile ilgili olarak sahip olduğumuz endişelerin bir başka bölümü ise TOKİ eliyle geçmişte gerçekleştirilen toplu konut uygulamalarına dair deneyimlerimize dayanıyor. 2002 sonrası AKP iktidarının ilk döneminde de ciddi bir konut hamlesi başlatılmış ve TOKİ eliyle pek çok kentte toplu konut projeleri gerçekleştirilmişti. O dönem, arsa maliyetini en aza indirmek için konut projelerinin öncelikle hazine arazileri üzerinde yapılması bir tercih olarak benimsenmişti. Bu tercihin sonucunda; kentlere oldukça uzak mesafelerde, tarım arazisi, orman alanı, hatta taşkına maruz bölgelerde dahi toplu konut projelerinin yapıldığını deneyimledik. (Resim 4) Ankara’da Turkuaz Vadisi’nde yapılan toplu konut projesi, onca yıl geçmesine rağmen hâlâ kentle bütünleşebilmiş değil. Samsun’da dere yatağına yapılan “Kuzey Yıldızı Toplu Konut Projesi” ise acı bir deneyim olarak hafızalarımıza kazındı. 2012 yılında Mert Irmağı’nın taşması sonucu yaşanan selde, TOKİ konutlarının zemin katlarında yaşayan ve aralarında çocukların da olduğu 9 kişi yaşamını yitirdi.[9]Uygulamanın, yeterli ön hazırlık ve planlama olmadan başlatılmış olması, yeni sosyal konut hamlesi kapsamında yapılacak konut projelerinde de benzer sonuçlarla karşılaşabileceğimiz endişesini maalesef güçlendiriyor. Bazı konut projelerinin mevcut kentsel alanlara uzak bölgelerde yapılması halinde, uygulamanın dar gelirli haneler açısından etkisi iyice sınırlı hale gelecektir. Büyükşehirlerde ulaşım da en az barınma kadar önemli bir sorun haline gelmiş durumda. Mevcut çalışma alanları ile iş olanaklarından uzak bölgelerdeki konut projelerinin, dar gelirli haneler açısından anlamlı bir tercih olmayacağı açıktır. İşe gidiş geliş için harcanacak zamanın uzaması göze alınsa bile artan ulaşım maliyetinin göze alınması pek çok hane için o kadar kolay olmayacaktır.

NE YAPMALI?

İçinde bulunduğumuz konut krizine yol açan etmenlerin çoğu, son yıllarda devreye sokulan ekonomik politika tercihleriyle ilişkili olduğundan krizden çıkışın yollarını, şehircilik önlemlerinden daha çok ekonomik önlemlerde aramak gerekiyor. Bu çerçevede acil olarak yapılaması gerekenlerin kısa bir listesi ile yazıyı sonlandırmak uygun olacaktır.

  • Politika faizinin düşük tutulmasına dair tercih değiştirilerek faizler, enflasyon ile eş düzeye çekilmelidir. Bu süreçte ayrıca finansal araçlar üzerindeki baskılara son verilerek, konut dışı yatırım araçları cazip hale getirilmelidir.
  • Yabancılara konut satışına dair mevcut uygulamada köklü değişikliklere gidilmelidir. Belirli bir süre yabancılara konut satışı yasaklanmalı, bu süre sonunda da vatandaşlık verilmesine dair parasal eşik yükseltilmelidir.
  • Yatırım amaçlı konut alımını zorlaştıracak tedbirler devreye sokulmalıdır. Bir kişinin ikiden fazla konuta sahip olmasının maliyeti, vergiler ve benzeri mali tedbirler yoluyla arttırılabilir. Bununla birlikte, ikiden fazla konutu olan kişilerin sonraki konut alımlarında konut kredisinden yararlanmaları zorlaştırılabilir.
  • Kamunun konut politikası, sadece sahiplik seçeneği etrafında geliştirilmemelidir. Hızlı bir şekilde kamu elinde kiralık stoku geliştirilmeli ve ihtiyaç sahibi haneler için kamu konutunda kiralık seçeneği yaygın hale getirilmelidir.
  • Uzunca bir süredir adeta unutulan konut kooperatiflerini canlandıracak adımlar atılmalı, kamu ve özel sektör yanı sıra kooperatifler eliyle üretim de desteklenmelidir.
  • Tüm kentler özelinde kapsamlı bir konut ve yapı envanter sistemi geliştirilmelidir. Böylece mevcut konut stokuna dair bilgiler düzenli olarak izlenmeli ve konut üretimi, doğru ve güncel stok bilgisine göre planlanmalıdır. Yeni konut üretimi ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekleştirilmeli, yatırım amaçlı alınan konutların boş tutulmasının önüne geçilmelidir.
  • Son olarak belirtilmesi gereken bir husus da konut üretim sürecinde anlamlı bir planlama ve denetim mekanizmasının eksikliğidir. Son yıllarda gerçekleştirilen konut üretiminin ağırlıklı olarak yüksek gelir gruplarını hedeflediği gözlenmektedir. Bu da stokta nicelik sorunundan daha çok nitelik sorununun ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Yatırımcılar ve yüksek gelirliler için lüks konut üretimine öncelik veren dar bir üretimden, tüm kullanıcıları hedefleyen kapsayıcı bir üretime geçişi sağlayacak politikalar devreye sokulmalıdır.

 

NOTLAR

[1] URL 1.

[2] URL 2.

[3] Sağlıklı bir konut piyasasında hanelerin aylık gelirlerinin % 25’ini konut harcamalarına ayırmaları beklenir. Balaban, 2007. Diğer bir deyişle, hanelerin aylık toplam konut harcamasının en az dört katı düzeyinde bir gelire sahip olmaları gerekir. Ortalama kirası 5.000 TL olan bir konutun, ısınma, elektrik vb. diğer hizmet bedelleri ile aylık toplam maliyetinin 7.500 TL olacağı göz önüne alındığında, gereken aylık hane geliri en az 30.000 TL olarak düşünülebilir.

[4] Bu gelir düzeyi, 2023 yılı için belirlenen asgari ücretin 3,5 katı kadardır. Çalışma Bakanının 6 Aralık 2022 tarihli açıklamasına göre ise ülkedeki çalışanların % 37’si asgari ücretlidir. Açıklama için Bakanlığın web sitesine bakılabilir: https://www.csgb.gov.tr/haberler/bakan-bilgin-tisk-28-olagan-genel-kurulu-na-katildi/

[5] Bu konuya dair detaylı bir tartışma için Balaban 2021’e bakılabilir.

[6] Bu yazının tamamlanmak üzere olduğu günlerde, bu kez orta sınıfı hedefleyen yeni bir konut kampanyası duyuruldu. Henüz uygulamaya dair tüm ayrıntıları bilemediğimiz için yeni kampanya hakkında bu yazıda kapsamlı bir değerlendirme yapmak olanaklı değil. Ancak yine de bazı tespitler yapılabilir. İktidarın farklı kesimlere yönelik konut kampanyalarını peşi sıra devreye sokması, yaşadığımız konut krizinin önemli siyasi endişelere yol açtığının göstergesi olarak kabul edilebilir. Yeni kampanyanın sadece “sıfır konutları” kapsaması, kredi kolaylığının yeni bir fiyat artış dalgasına yol açmasından endişe edildiğini de gösteriyor. Öte yandan, açıklandığı haliyle bu kampanyanın beklendiği düzeyde bir etki yaratması zor. Büyükşehirlerde orta sınıfa hitap eden yeni konutların fiyatları oldukça yüksek ve bu fiyatları karşılayacak şekilde alınacak konut kredilerinin aylık geri ödemesi, çoğu orta sınıf hanenin altından kalkabileceği gibi değil. Bu da bir süre sonra “ikinci el konutları” da kapsayan yeni bir kredi kampanyasının devreye sokulması ihtimalini güçlendiriyor ki o durumda yeni bir fiyat artış dalgası kaçınılmaz olacaktır. Bu kısır döngüden, konut kampanyaları türü palyatif tedbirlerle değil ancak yapısal politika müdahaleleri ile çıkılabilir. Yazının son bölümünde bu müdahalelerin bazı örneklerine değinilmektedir.

[7] Daha önce de belirtildiği gibi sağlıklı bir konut piyasasında hanelerin, konut harcaması yanında diğer harcamalarını da karşılayabilmeleri için toplam hane gelirinin en çok % 25’lik bir kısmını konut harcamalarına ayırmaları beklenir. Buradaki hesap, bu varsayıma dayanmaktadır.

[8] İngiltere’de uzun yıllardır uygulanmakta olan “Council Housing” ismiyle müsemma konut politikasının önemli bileşenlerinden birisi de bu türden kamu eliyle kiralık konut uygulamasıdır. Bu konu üzerine detaylı bir değerlendirme için şu kaynağa bakılabilir: Pickvance, 2012, ss.341-368.

[9] URL 3.

KAYNAKLAR

Bu icerik 986 defa görüntülenmiştir.