351
OCAK-ŞUBAT 2010
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Kargı Köyü
    Mehmet Emin Yılmaz, Y. Mimar, Restorasyon Uzmanı

YAYINLAR



KÜNYE
OKUR GÖRÜŞÜ

Yarışma da Asla Sadece Yarışma Değildir!

Baran İdil
Y. Mimar, Şehir Plancısı

Kanımca çok uzun süredir, proje yarışmalarının jürileri, geçmiş dönemlere göre (10-15 yıl öncesi) bugün çok daha önemli hale gelmiştir. Çünkü geçmiş dönemlerde yarışmayı düzenleyen Bayındırlık Bakanlığı, İller Bankası gibi kurumlarla, onlara yardımcı olan Mimarlar Odası, oldukça birikimli ve donanımlı idiler. Bu nedenle gerek yarışma şartnamesinin hazırlanması, gerekse raportörlük hizmetleri, jürinin üzerinden çok önemli bir yükü alırdı. O nedenle raportörler, jüri çalışmaları sırasında da, jürinin sağlıklı ve güvenli çalışmasını sağlayacak, birikimli ve becerikli kişilerden seçilirdi.

Jüri üyeleri çoğunlukla önemli işleri ya da görevleri olan kişilerden seçildiğinden vakitleri hep kıymetli ve kısıtlı olurdu. Bu nedenle işin ritüeli ile uğraşmak istemezlerdi. Kuşkusuz şimdi olduğu gibi geçmişte de bu sorun hep vardı ve kolokyumlarda ciddi tartışma konusu olurdu. Gözlemlerime göre bir jüri, günde 7-10'dan fazla proje değerlendirmesi yaparsa (3 günde 21-30 proje eder) yarışmacılar bu sürati hoş karşılamazlardı. Şimdilerde jüri değerlendirme hızının 3-5 kat arttığı söylenebilir. Ancak, buna karşın yarışmacı şikâyetleri de giderek azaldı. Bunun ilgisizlikten mi, duyarsızlıktan mı, ümitsizlikten mi kaynaklandığı araştırılabilir. Benim tahminim ümitsizlik!  

Geçmişte de memurlara görgü, bilgi, deneyim ve biraz da gelir sağlamak için, “danışman jüri” üyelikleri uygun ortamlardı. Bununla beraber yarışmayı çıkaran idare, eğer jürinin kalitesinden kuşkulu ise, danışman jüri üyeliğine de kalifiye mimarlar atayarak, bu platformu güçlendirirdi (Şimdilerde bu tür endişeler duyulduğunu sanmıyorum). Aslında danışman jüri üyelikleriyle belediye başkanları, müsteşar, genel müdür gibi üst yöneticilere sağlanan görgü, bilgi, destek ve gelir, yarışma kurumunun gelişmesinde oldukça etkili olmuştur. Bu açıdan değerlendirildiğinde, o bürokratlara ödenen bedelin karşılığını “fazlasıyla bulduğu dahi” söylenebilir.


Danışmanlık kurumunun önemli bir başka faydası da, asli jürinin “konunun özelliğine göre ihtiyaç duyduğu” özel kişi ve uzmanları (mimar, altyapı uzmanı, mühendis, şehirci...) danışman olarak idareden istemesi ve çalışmaya dahil etme olanağı idi. Özellikle kentsel tasarım ölçeğindeki yarışmalarda bu durum ciddi yararlar sağlıyordu.


1960'lı yıllara kadar genellikle üniversiteler (DGSA ve İTÜ) ve Nafıa Vekaleti (Bayındırlık İskân Bakanlığı) referanslı olarak seçilen asli jüri üyeleri, Mimarlar Odası'nın güçlenmesiyle birlikte, Odanın genel kurullarında ve seçimle oluşturulan listelerle yeni bir konum kazandılar. O dönemlerde her yıl yapılan ve 3 gün süren genel kurulun bir günü tümüyle yarışmalara ayrılırdı. Mimarlar Odası'nın güçlü olduğu dönemlerde Mimarlar Odası genel kurullarında seçilen 70-80 kişilik jüri aday listesindeki isimler, aldıkları oy sırasına göre sıralanırdı ve bu liste jüri belirlemede esas olurdu. 1970'li yılların başlarına kadar yarışma jürilerinin sanırım üçte ikisi bu listeden seçilirdi. O dönemde başta Bayındırlık Bakanlığı olmak üzere, yarışma çıkaran kurumlarla Mimarlar Odası arasında ciddi sorunlar olmadığından, yarışma jürisi çoğunlukla Mimarlar Odası kontrolünde ve uzlaşarak seçilirdi.

Bina yarışmalarında jüri üyelerinden biri (Bayındırlık Bakanlığı yönetmeliklerine göre) inşaat mühendisi olurdu. Bayındırlık Bakanlığı ve Yüksek Fen Heyeti, “mühendislerin kontrolünde” olduğundan, bu durum yıllar süren mücadelelere rağmen değiştirilemedi. İller Bankası tarafından düzenlenen planlama ve kentsel tasarım yarışmalarında ise mühendis yerine şehirci ve peyzajcılar atanırdı. Yani, Güven Birkan’ın MİMARLIK dergisindeki makalesinde “inşaat mühendislerinin yıllarca süren gaspına ses çıkarılmayıp, sıra şehir plancılarına gelince mimarlar ayağa kalkıyor” şeklindeki saptaması doğru değil! Vaktiyle mühendislerle başa çıkılamadı, şimdi bunlara plancılar ve peyzajcılar eklendi ve yine başa çıkılamıyor. Aradaki fark, bu sefer Mimarlar Odası'nın çok çabuk “pes etmesinde”!


Mimarlar Odası'nın yarışma çıkaran kurumlarla bozuşmaya başladığı yıllardan itibaren, bozuşmanın şiddetine göre, jüri seçim yöntemlerinde de farklılıklar oluyordu: Önceleri 2/3 Oda kontenjanını genel listeden idare kendi seçiyordu. Daha sonra idare Oda kontenjanının iki katı sayıda, Oda'dan isim ister hale geldi. 1980'li yıllarda, Bayındırlık Bakanlığı ve Oda yönetmelikleri uzlaşılarak gözden geçirildi. Jüri listeleri, Mimarlar Odası tarafından “yarışmayla bir şekilde ilgisi olan ve daha sınırlı bir üye kesimince seçilen” adaylardan oluşuyordu. Listeler “planlama ve kentsel tasarım” ile “mimarlık” olmak üzere iki kategoride düzenleniyordu. Mimarlar Odası'nda oluşturulan bir komite, idare tarafından talep edilen 2/3 oranındaki üyeleri bu listelerden seçerdi. Jüri üyelerinin ilgi konuları ve referanslarının yer aldığı listeler Oda tarafından düzenlenirdi. Bu listeler asli jüri üyesi seçimi için bir kriteryum gibi kullanılmasına rağmen, yine de bu mekanizmada komite üyelerinin kalitesi çok önemli idi. Çünkü referanslar bir dereceye kadar etkili olabilirdi. Oysa jüri üyelerinden “o yarışma için olan beklentilere bağlı olarak” çok değişik beceriler arzu edilirdi.

  • Bazı yarışmaların teknik ve hatta idari şartnamesini oluşturmak, sorunsalın baştan itibaren iyi kavranmasıyla mümkün olabilirdi ve idare genelde bu işi yapamazdı. Böyle durumlarda, teknik şartname için jürinin ciddi bir ön çalışma yapması gerekirdi. Özellikle kentsel tasarım ve bina mimarisinin birarada yer aldığı yarışmalarda bu durum çok sık yaşanır idi. Hazırlanan bu şartnameler bazen “tasarım eğitiminde ders kitabı gibi yararlanılacak” dokümanlar düzeyine varabilirdi. (Ankara-Ulus MİA Yarışması, Antalya Kale Kapısı Yarışması gibi) Bu dokümanlar daha sonraki benzer yarışmalar için de çok yararlı örneklerdi.
  • Her çeşit yapı ve mekânın elde edilmesinde, yarışmanın amacı kuşkusuz, özgünlük, kalite, ilericilik gibi değişmez hedefleri içermeliydi. Bu nedenledir ki, “bu değerleri deşifre edecek birikimli üyelerin” jüri kompozisyonunda ağırlıkları olması gerekirdi. Hocalık bilgileri bu gereksinimin bir kısmını karşılayabilirdi ama hocalığın doğası gereği, sınırlı kalırdı. Onun için, bu açığın giderileceği seçimleri yapmak, Odadaki Yarışmalar Komitesi'nin, belki de en önemli görevi idi. Bu da kuşkusuz komitenin çok birikimli olmasını gerektiriyordu.

 

Yarışma “bir araştırma ve tartışma alanıdır”. Jüri üyeleri seçilirken, birbirleriyle uyumlu ahbaplıklar değil, gereğinde “kıyasıya tartışma yapabilecek” kişilikler gözetilmelidir. Çünkü yüklendikleri görev bir anlamda “tartışma görevidir”.

Mimarlık akımları çağımızda çoğunlukla “eş zamanlı” yaşamlarını hep sürdürdüler. Bu akımlardaki gelişmeler mehter adımları gibidirler. Bu akımlara ait dil modernizmden dekonstrüktivizme kadar, dünyada önemli ölçüde, Türkiye’de ise çok büyük ölçüde ve eş zamanlı olarak etkilerini sürdürmektedir. Kuşkusuz yarışmalar genelde “ilerici” ve “özgün” olanın peşindedir ve öyle de olmalıdır. Ancak jüri çoğu kez “pazarda ne sergilenmişse onun içinden en kalitelisini seçmek” zorundadır. Bu nedenle jürinin dokusunun (“bu akımların temsilcisi” demek istemiyorum ama) beğeni ve bilgisi değişik akımlarda yoğunlaşmış olan kişilerden oluşmasında ciddi yararlar olduğunu düşünüyorum. Bu bir ölçüde jüri kompozisyonunun “değişik kuşak mimarları kapsaması” anlamına da gelir.

Jüri üyesinin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri, ister istemez projeler arasında göreceli bir karşılaştırma ve değerlendirme yapma zorunluluğudur. Değişik dilde yaklaşımları, gerek benzerleri, gerekse başkalarıyla “beceri ve başarı düzeyi çerçevesinde değerlendirmek için” bilgi ve birikim yanında, adalet duygusunu elden kaçırmayacak bir olgunluk, jüri üyesinden beklenen belki de en önemli vasıftır. Çünkü yarışmada yalnız birinciyi seçmek değil, diğer ödül ve mansiyonları da seçmek çok önemlidir.

Yukarıda değindiğimiz vasıfta ve yeterli sayıda jüri üyesi bulmak çok zordur. Ama jüri sayısının hiç değilse % 25'i bu vasıfta ya da birbirini tamamlayıcı özellikte seçilebilmelidir. Unutulmaması gereken temel husus, yarışmalardan beklenen doğru sonuçların elde edilmesinde “en önemli etmenin jüri” olduğudur. Şimdi kendi kendinize şunu sorabilirsiniz: Bu kişileri bu derinlikte tanıyacak kadar mimarlığın ve yarışma dünyasının içinde miyiz?


Pek çok sorunu bu yazıda değindiklerimiz gibi olmakla beraber “kentsel tasarım yarışmaları” biraz farklılık gösterir: Konunun ve sorunsalın kapsam ve özelliğine göre, diğer disiplinlerle beraber çalışmak gerekecektir (Şehir plancısı, peyzaj mimarı, ulaşım plancısı, alt yapıcı vb.). Böyle bir statüde yarışma amacının ve beklentilerin şartname aşamasında çok iyi ve doğru tanımlanması gerekir. Bu da özellikli mimar jüri üyelerinin birikimlerini zorunlu kıldığı gibi, diğer disiplinlere ait jüri üyelerinin de, hem kendi alanları, hem de tasarım alanlarındaki bilgi ve birikimlerini önemli kılar. Ve böyle bir kentsel tasarım yarışmasına ait jüri organizasyonunu “sağlıklı kurabilmenin ne denli zorluklar içerdiğini” anlayabilirsek, bunun ciddi bir ön çalışma gerektireceğini de kolaylıkla anlayabiliriz. Bu çok boyutlu yarışma konusu için, seçilecek jüri üyelerinin, yarışma şartnamesinin hazırlanmasında rol ve sorumluluk almaları, proje değerlendirilmesinde kendilerine ciddi kolaylıklar sağlar. Diğer yandan, değişik disiplinlere ait üyelerin birbirlerini tanımalarını da sağlar. Unutulmamalıdır ki, çoğu jüri üyesi en çok bu tür ilişkilerle yarışma kurumuna yönelebilmişlerdir. Ancak her şekilde, kentsel tasarım konusunda değerlendirme zamanını biraz daha cömertçe kullanmak gerektiği açıktır.

Genelde, belli ölçeklerde mimari projeyi de kapsayan kentsel tasarım yarışmalarında, alan genişledikçe “total değerlendirmede ne tür beceri ve başarıların etken olacağına karar vermek” ciddi bir sorun olmaktadır. Mimari proje yarışmalarında genelde “sanatsal boyutta”, ancak kentsel tasarım yarışmalarında çok değişik boyutlarda (sosyal, çevresel, tarihsel, ulaşım, estetik vb.) sorunlar yarışmanın amacında ağırlıklı olurlar. Sorunsalın özellikle kentsel tasarım yarışmalarında deşifre edilmesi ve tanımlanması da, çoğu kez yarışmanın amacını oluşturur. Proje değerlendirme aşamasında, yarışmacının araştırması ve yorumuna göre yarışmanın amacı ve hedeflerinin de, jüri tarafından tekrar gözden geçirilmesi çok karşılaşılan bir durumdur ve işin doğasının gereğidir. Bu nedenle jürinin “bu elastikiyeti gösterecek kadar birikimli ve olgun” olması gerekir. (Örneğin biz Antalya Kale Kapısı Kentsel Tasarım Yarışması’nı, şartnamede “yarışmacılara verilen yarışma alanı dışındaki alanların” üzerinde yaptığımız düzenlemelere rağmen kazanmıştık. Başka bir jüri projemizi yarışma dışı bırakabilirdi. Oysa jüri bu kabulüyle, bir anlamda bu eksikliği ve hatayı kabul etme “olgunluk ve kalitesini” göstermiş idi. Dış dünyadaki kentsel tasarım yarışmalarında sık sık yaşanan bu durum, sorunsalın çoğu kez, yarışmanın hazırlık aşaması ve içeriğinde doğru tanımlanabileceği anlayışından kaynaklanıyordu.)


Proje yarışmalarından Avrupalının en önemli beklentisi “yeni fikirler ve açılımlar” elde etmektir. Bu nedenle bizden 30 ila 35 kat fazla yarışma düzenliyorlar ve en önemlisi de “koruma ve sit alanlarına nasıl müdahale edilebileceğini de” bu alanlardaki yarışmalarla deşifre etmeye çalışıyorlar. Yani yarışmaya “tam bir fikir geliştirme ve araştırma aracı olarak” bakıyorlar. Örneğin yıllar önce Floransa’nın bir sit bölgesi olan La Murate'de “her çeşit düzenleme ve yaklaşımın serbest olduğu” bir yarışmaya katılmıştık. Yine Louvre Sarayı bahçesine, mimar I.M. Pei’nin tasarladığı cam piramit “eski ve yeninin, karşıtlık ve geriliminin en sanatsal ifadesi” olarak algılandı ve sunduğu kalite tescil edildi. Benzeri şekilde Paris'teki Pompidou Kültür Merkezi de, yarışma yolu ile muhafazakâr ve çağdaş değerlerin yan yana olabileceğini gösteren “sanatsallığı ve düşünceyi” ifade eden bir tasarım idi. Bu örnekler gerek tek yapı, gerekse kentsel tasarım ölçeğinde çoğaltılabilir. Ancak demek istediğim, Batının yarışma hedeflerine ulaşabilmemiz için, o kanalları açacak jüri kalitelerine çok ihtiyacımız varken, jüriliği “babam da yapar” vurdumduymazlığı şeklinde kullanmak, bir anlamda mimarlık kültürüne ihanetle özdeş bir tutumdur.


Biz, Mimarlar Odası, mimarlar dernekleri ve fakültelerimizle, bu kurumu doğru değerlendirip de “ona sahip çıkma organizasyonları”nı yapamaz isek, bu alana başka sahipler mutlaka çıkar ve çıkıyor da. Bu takdirde, Sayın Kültür Bakanı'nın Atatürk Kültür Merkezi’ni beğenmeyip de yıkmaya kalkması gibi yüz karası durumlara ulaştığında Odaca gösterdiğimiz çok haklı reaksiyonun ne kadar samimi olduğu sorgulanmaz mı?

Mimari proje yarışmaları asla sadece yarışma değildir. Hele hele Türkiye için! Sorunsala “bir de böyle bakmayı denemeniz” dileği ile.

Bu icerik 4150 defa görüntülenmiştir.