357
OCAK-ŞUBAT 2011
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • 2010’un Ardından
    Deniz İncedayı, Prof. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü; Mimarlar Odası İstanbul BK Şubesi Başkanı

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ OLARAK İSTANBUL

Hangi Kültürün Başkenti?

Heval Zeliha Yüksel, Mimar

1985’ten beri rakamsal olarak yaklaşık 40 kadar kent Avrupa’nın kültür başkenti oldu. Her yıl Avrupa kentlerinden bir ya da birkaçı Avrupa Kültür Başkenti (AKB) olarak seçiliyor. AKB olmanın temel koşulu nedir; en basit tanımıyla, kentin Avrupa’nın kültür zenginliğini barındırması ve kentin kültür programının olması olarak ifade edilebilir. Yapılan düzenleme ile henüz AB üyesi olmayan Türkiye de adaylık için başvurdu 4 yıl önce ve “2010 Avrupa Kültür Başkenti” seçildi.

1600 yıllık başkentlik geçmişi olan İstanbul’un bir yıl boyunca yeni bir etiketi daha oldu. Antik Yunan Şehir Devleti Byzantion ve Antik Yunan dönemi ile başlayan bilinen yerleşik tarihi sırasıyla, Roma Şehri Byzantion ve Roma dönemi, Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu dönemi, Konstantiniyye ve Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve en son olarak da içinde yasadığımız İstanbul ve Türkiye Cumhuriyeti dönemi ana başlıkları altında gruplandırılabilecek tarihsel dönemleri yaşadı. Diğer benzeri dünya kentleri ile karşılaştırıldığında, “kültürlerin başkenti” kavramını çoktan hak etti belki de. Son olarak kendisine verilen “Avrupa Kültür Başkenti” olma payesi olsa olsa hoş bir kadının yakasına takılmış, çok değerli bir takı gibi değerlendirilebilir.

Bu kadar farklı etnik köken, göçler ve dini inanç biraraya gelince kültürler arasındaki denge de farklı düzenlerde oluştu. Farklı kültürlerin başkenti olması bugün bize şu soruyu sorduruyor: Hangi kültürün başkenti oldu İstanbul?

Karmaşa tam burada başlıyor belki de. “Kültür” kavramı geniş bir kavram. Yaşam tarzı, köken, din, yeme-içme, eğitim… Birçok ifadeyi içinde barındıran altı harflik bir kelime… Konuyu farklı disiplinlerde uğraş veren ve mesleğinin duayeni sayılabilecek kişilerin yanı sıra gündemi takip eden insanlarla da görüştüm. Yıl boyu mümkün olduğunca sergi, açılış, restorasyon gezmiş, gezdiklerini yazmış, AKB Ajansı’nın haftalık bülteni düzenli olarak bilgisayarındaki posta kutusuna düşen bir mimar olarak kendime hep şunu sordum: 2010 yılı biterken iki yakasındaki broşu nasıl taşıdı İstanbul?

Öncelikle, adı üzerinde, etkinliklerin çoğu kentin “Avrupa” yakasında yapıldı. Anadolu yakası tarafı biraz öksüz bırakıldı. Bütçesinin 350 Milyon Euro olduğu söylenen çalışmalar toplamının % 60’ı restorasyon projelerine harcanıyordu. Kentin kültür mirasının büyük kısmını oluşturan yapılara sahip çıkılması açısından cevher niteliğindeydi. Kilise, cami ve sinagog restorasyonları göz doldurdu.

Peki kalan bütçe -hiç de azımsanmayacak bir miktar- kentte kültürel canlılığın arttırılması için yetmez miydi? Yeter de artardı bile…

Bir başka konu da ulaşılabilirlikti: AKB etkinliklerine aynı insanlar gitti. Zaten sergilere, davetlere, açılışlara katılan insanlar yine oralardaydı. Yani iletişim konusunda bir sorun vardı. Sokak ve meydanlarda yapılan etkinlikler hariç, entelektüel, sanatsever kesime hitap edildi, geri kalan büyük çoğunluk yani İstanbullular AKB nedir çok anlayamadı. Afişlerdeki AKB logosu yapılan işin önüne geçti… Bir alt geçitten geçerken yukarıda gerilen afişte tanıtımını yaptıkları işin önüne geçen bir markalaşma isteği ön planda gibiydi…

Halkın genel yargısı şu yöndeydi: “AKB Ajansı’nın işlerini tam olarak izleyemedim, takip edemedim, sonuçlarını da göremedim, çünkü haberdar edilmedim. AKB Ajansı kendi içinde kurduğu bir sistem ile çalıştı, her projeye sıcak bakamadı. Sergiler, iskelelerdeki, gardaki, meydanlardaki faaliyetler çok güzeldi, gidip gezdiğimiz çok oldu ama İstanbul’da zaten çok sergi yok muydu?”

İstanbul, kültür ve sanat faaliyetleri açısından zengin bir kent. Kuşkusuz, 20 yıl öncesine göre çok ileride. İş, güç gibi dünyevi konular ile yoğun olarak geçirilmiş bir haftanın sonunda beyninize bir mola ve değişiklik yaşatmak için pazar gününüzü sergilere, galerilere ayırmak istediğinizde, eskisine göre görülecek çok seçenek var. Beyoğlu’ndaki sanat galerilerine her geçen gün yenileri eklenirken, Tophane’de Sanat Limanı’nda, İstanbul Modern’de hem modern sanat ürünlerini, hem çağdaş sanat eserlerini birarada görmek mümkün. Sabancı Müzesi’nin sergileri dünyaca ünlü; tüm dünyadan seçilerek toplanan parçaları, bir tema ile mesafeleri hiçe sayarak önümüze kadar getiriyor. Geçtiğimiz ay olaylar ile gündeme gelen galerilerin toplandığı; eskinin 40 hatimle top dökülen Tophanesi aynı şekilde... 2010 Avrupa Kültür Başkenti etiketini de sayarsak uzun bir liste vermek mümkün. Sanat camiasından olan, işini, sanat üzerinden yaşama dönüştürenler için bu saydıklarımız bir farklılık yaratmayacak belki zihinlerde ama sanat ile doğrudan bağlantısı olmayan yani gerek üretici, gerek takipçi, gerek aracı olanlar içinde yer almayan çoğunluk için gidip-görmek, havayı solumak bile bir farklılık olabilir.

Bu noktada, AKB Ajansı’ndan sihirli bir değnek gibi bir dokunuşla hemen her şeyi düzeltmesini beklemek doğru olmazdı. Bu bir süreçti. Kültür politikası yeni konuşuluyordu. AKB ekibi ve sivil öncüler, bu paye kente verilmeden yıllar önce Türkiye’nin bir kültür politikasının olması gerektiği savı ile yola çıktı. Çabaları takdir gerektiriyordu. Diğer AKB kentlerine bakıp ders çıkarmak, kıyas yapmak niyetinden uzak, kendi iç dinamikleriyle değerlendirmek gerekirse; iyi işler yapıldığı gibi, iyi olmayan işler de yapılmış olabilirdi. Belki 30 yıl sonra ancak sıra gelebilecek tekrar, ancak bu iyi bir başlangıç olabilirdi… Kültür ve Turizm Bakanlığı, Maliye Bakanlığı gibi ortak katkısı olan ve bir devlet bakanı tarafından yönetilen çok ayaklı bir projenin idaresi kolay olmamış olabilirdi…

Gelelim tarihsel mirasa: Yukarıda sözü edilen tüm bu süreçler arası geçişlerde özellikle dinsel kimliğin dönüşmesi ile birlikte kentin kültürel kodları da tamamen değişmiş. Ana tarihsel dönemlerden hemen hemen bugün sadece bir tek Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu dönemine ait kültür mirası bağlamında değerlendirilebilecek çok az sayıda, geçmiş dönemin kentsel mirasına ait yapı kalmış durumda. Osmanlı dönemi ile birlikte, İslam dininin kültürel kodlarına uygun olarak kentte dönüşüm başlamış ve bu dönem kapandığında ortaya çıkan tablo artık, Osmanlı öncesinin görsel olarak okunmasının mümkün olmadığı bir görünüme ulaşmış vaziyette.

Osmanlı dönemi ile İstanbul, bu imparatorluğun başkenti olmasıyla birlikte imparatorluk kültürü hâkimdi. Doğaldır ki bu durum, kentin kültürel anlamda çok farklı bir mecraya evrilmesi sonucunu getirdi. Kentin silueti, hızla camilerin yumuşak hatlarının belirleyici olduğu konturlara bezendi. Fiziki çevre anlamında bunlar olurken, kültürün diğer alanlarında İslam dininin izleri kente damgasını vurmaya başladı. Yaklaşık 600 yıl boyunca devam eden bu süreç sonucunda gerek fiziki çevre anlamında, gerekse toplumsal yaşamın kültürel kodları anlamında niteliksel bir dönüşüm yaşandı. İslam’ın izi kente damgasını vurdu büyük ölçüde. Bu kimlik kente gelen biri tarafından artık kolayca algılanabilir bir nitelikteydi. Etkileri Cumhuriyet dönemi boyunca da devam edecek bir kalıcı etki bıraktı sonuçta.

Cumhuriyet dönemi ile birlikte ise kültürel evrimle, Batının normlarına uygun olacak her şeyi mümkün kılacak bir seyir izledi. Osmanlı’nın aksine geçmiş dönem çok kısa sürede ötekileştirildi. Bu ötekileştirme durumu ta ki bu olgunun sorgulanmaya başlaması 1950’li yıllara kadar katı bir biçimde devam etti. Bu yıllardan sonra Cumhuriyetin kurucu ideolojisi gereği geçmişte bırakılmak istenen Osmanlı ve İslam’ın kültürel referansları tekrar toplumun kültürel yaşamında yavaş yavaş, geri dönüşü olmayacak biçimde yerini almaya başladı. Bir kez daha yine kültürel bir yönelim değişikliği ortaya çıkmış oldu.

Yukarıdaki veriler ışığında İstanbul’un hangi kültürün başkenti olacağı sorusu ortada duruyor. Üstelik dahası var: İstanbul bugün, son dönemlerde yaşadığı hızlı siyasal ve ekonomik değişim ve dönüşümler sonucu tarihi boyunca farklı dinler ve etnisitelerin yaşadığı bir kent olma özelliğine sahipken, bugün farklı referanslardan beslenen, dolayısıyla kendi kültürel kodlarını oluşturan insan gruplarının yaşadığı yer haline dönüştü. Yani metni oluşturmak için yeni bir kültürel alfabe yazılıyor. Gelecek ne getirir bilinmez ama, şimdilik durum böyle…

Bu icerik 5363 defa görüntülenmiştir.
© Heval Zeliha Yüksel
Yangından sonra Haydarpaşa Garı
© Heval Zeliha Yüksel